24 Nisan 2011’in ardından

by Azad Alik

Görsel kaynak: demokrathaber.net

Silva Bingaz – Talin Suciyan  

Fransa’da soykırımların inkâr edilmesine cezai müeyyide getiren yasanın Türkiye’de yarattığı tartışma inkâr temelinde üretilen bir milliyetçi hezeyandan, yalan dolan bilgilerin dolaşıma sokulmasından, günlük ırkçılığı arttıran ve Ermenileri hedef haline getiren bir eksenden çok uzaklaşamadı. Bunun yanında, tartışmayı farklı bir yöne çekme çabası gösterenler, inkârın ne demek olduğu, soykırımların kabul edilmesinin uzun vadede nasıl etkiler yarattığı üzerine kafa yoranlar da oldu. İshak Alaton’un mektubunun bu dönemde kamuoyunun gündemine gelmiş olması bu bakımdan çok önemlidir. İshak Bey, elbette ki inkâr politikalarına karşı mücadelenin Avrupa’da kat ettiği yolu bilerek bu mektubu yazdı. Fakat Avrupa’dan farklı olarak, Türkiye’de bugün hâlâ en sert yöntemlerle ve en sert dille inkârı savunan, Cumhuriyet’in inkârcı çizgisinden bir adım dahi uzaklaşmamış bir iktidar var. Bu yazının amacı 24 Nisan 2011’in ardından Türkiye’de ırkçılık ve ayrımcılıkla mücadeleyi öncelikleri arasına alan sivil toplum kuruluşlarının izledikleri yöntemleri ve sorumlulukları yeniden gözden geçirmeye davet etmek.

Askerliğini yaparken 24 Nisan 2011’de öldürülen Sevag Balıkçı’nın, baştan beri iddia edildiği üzere kazara öldürülmediği bir görgü tanığının ifadesini değiştirmesi sonucu anlaşıldı. Bu ifade değişikliğinin zamanlaması hem Fransa’da yasanın kabul edilmesinin hem de Dink Davası kararının açıklandığı günlerin hemen ertesinde, adeta bir gözdağı niteliğindeydi. Sonuç olarak Türkiyeli Ermeniler, soylarının kırıldığı bir coğrafyada “arta kalmış” insanlardır. Üstelik seslerini çıkarttıklarında başlarına ne geleceğini de kuşaklar boyunca tekrar tekrar görmüşlerdir. Sevag Balıkçı’nın öldürülmesinden bir yıl sonra ortaya çıkan durum bize şunu gösteriyor: Bir taraftan 24 Nisan’la ilgili bir bilinç yaratmak için anmalar düzenleniyor, ve bu gerçekten çok önemli, fakat bir tarafta bütün bunlarla o anda hiç ilgisi olmayan bir Ermeni askerdeyken öldürülüyor. Bu durumu nasıl değerlendireceğiz? Bir yandan  ırkçılığa, ayrımcılığa, Ermeni düşmanlığına karşı bir bilinç yaratmaya çalışırken, öte yandan Ermeni meselesinin her gündeme gelişinde devletin derin makanizmalarının akıl almaz incelikle hesaplanmış saldırılarına karşı nasıl tavır alacağız? En son  Sevag Balıkçı’nın öldürülmesinde tehdit, “Her Ermeni açık hedeftir” haline gelmişken, bu durumu değiştirmek için nasıl bir yol izleyeceğiz?

Toplumun geniş katmanları Fransa’daki soykırım inkârını cezalandıran yasaya milliyetçi hezeyanlarla tepki gösterirken, yanı başımızda, arkadaşımız, dostumuz, birlikte yıllarımızı geçirdiğimiz insanlar bile farklı bir tavır almakta zorlanırken, sivil toplum, inkâr mekanizmalarını sorgulamak ya da Ermenileri korumak için öncelikle çoğunluk olarak tarif ettiğimiz Türk – Kürt sivil toplum kuruluşlarının ve siyasi haraketlerinin harekete geçmesi gerektiğini ne kadar anlıyor? Bu soruya sadece, geçtiğimiz 19 Ocak’taki yürüyüşe on binlerin katıldığını, ya da Hrant’ın cenazesinde yüzbinlerin sokağa döküldüğünü söyleyerek cevap veremeyiz. Anlık, günlük tepkilerden değil, orta ve uzun vadeli bir çerçeveden bakmak ve İshak Alaton’un dediği  gibi, 2015 yaklaşırken inkârın nasıl utanılası, nasıl onur kırıcı, nasıl aşağılayıcı bir durum olduğunu, dört kuşak sonra bile insanları nasıl yeniden kurban haline getirdiğini geniş kitlelere nasıl anlatacağız?

Ermeniler tüm bu süreçte çok daha kırılgan, saldırılara çok daha açık bir hale de geldi. Sonradan “münferit” denecek gerek devletin mekanizmalarinin gereksede sıradan günlük ırkçı saldırıları nasıl engelleyeceğiz? Devletin Ermeni vatandaşlarını korumayı ne kadar önemsediğini Dink cinayetinde ve Sevag’ın öldürülmesi olayında gördük. Mahallesinde, işinde gücünde, sokakta, kışlada Ermenileri kim koruyacak? Ermeni olduğu anlaşılınca taksiciden dayak yiyen kadını unutmadık. Soruyu tekrarlayacak olursak, büyük toplumun içinden gelen sivil hareketler, bu bilinçlenme sürecinden geçilirken ortaya çıkan tehlikeleri yeterince açık görüyor mu? Ermeni olmanın öldürülmek için yeter sebep olduğunu fark ediyor mu? Bu durumla mücadele etmenin mekanizmalarını oluşturmak için neler yapmalıyız? Resmi olarak inkârın devam ettiği bir durumda, STK’lar nasıl bir yol izlemeliler? Bu soruların ertelenemeyecek, günlük hayatımızın bir parçası olan sorular olduğunu düşünüyoruz.

4 Responses to “24 Nisan 2011’in ardından”

  1. Elinize, kaleminize saglik..cok dogru sorular, cok onemli irdelemeler bunlar…

  2. Türkiye’de Armeno-Asur nefretinin yaklasik 150 yillik gecmisi var, soykirim 1915’te baslamadigi gibi, günümüzde henüz bittigi de söylenemez. 24 Nisan 2011 günü isinlenen Sevag Sahin Balikci cinayetinin verdigi mesaj ve cinayetin üstünün örtülmesi, Hratnt Dink davasi karari sonrasi, görgü tanigi askerin “yola” gelip bu bir cinayetti demeside bunu anlatiyor zaten. Devlet yoluna devam ediyor.
    Hal böyle olunca yazinin icerigindeki kimi sorular tartismali bir hal aliyor. Ornegin kaba bir mantikla hareket ettigimizde “Devletin Ermeni vatandaşlarını korumayı ne kadar önemsediğini Dink cinayetinde ve Sevag’ın öldürülmesi olayında gördük. Mahallesinde, işinde gücünde, sokakta, kışlada Ermenileri kim koruyacak?” sorusu bir ham hayal halini aliyor, kim, kimi koruyacak diyoruz. Tabiki bu mantik yanlis. Ermeni kültürünün, daha da önemlisi insaninin Türkiye’de her türlü korunmaya ihtiyaci vardir, bu ihtiyaci tespit etmek ve talep etmek ayni zamanda temel bir vatandaslik hakkidir.
    Aslinda burada daha tartismali olan konu, bu temayi hala Ermeni entelektüelin isliyor olusu, bu son derece kahredici bir durum. Hem uzun bir inkara, onun cinayetlerine, sessizlestirmesine maruz kalmak, hem de bu kadar yüz yil sonra, hala kendi basina hesaplasiyor olmak kabuledilir bir durum degil. Gerek Ishak Alaton’un cagrisi, gerekse bu yazinin icerigi daha cok su yada bu oranda bu süreklilige ortak olmus toplumlarin bireylerinden gelirse, bu ayni zamanda bir rahatsizligi, dahasi cözüm kapisini da aralar.
    Cok seyin tartisiliyor gibi göründügü Türkiye’de bu olgunluk hala yakalanabilmis degil.
    Inkar hastaligina tutulmus büyük toplumun icerisinden bu gibi tartismalari yapabilen, tarihsel reformlari talep edebilen entelektüeller ciktiginda bu tartismalar daha fazla anlam kazanacak.
    Ishak Alaton, Silva Bingaz, Talin Suciyan gercegi bire bir yasiyorlar zaten. Varlik nedenleri gercege dayaniyor.
    Ayni seviyede inkari su yada bu sekilde paylasmis insanlarda gercege yaklasir, reform ister, yada daha radikal cözümler isterlerse, hem burada ifade edilen gercek, gercegin sahipleri disinda, gercegi inkar edenler arasinda da kabul görür, hem de yasamda bir karsilik bulur.
    Hrant Dink cinayeti sonrasi sayisiz nefret sucu islendi ama bir tek Hrant Dink cinayetini konusuyoruz, onuda bütün baglamlarindan kopararak konusuyoruz.
    Tarihsel baglami yakalamak artik inkari paylasanlarin gormesi gereken bir zorunluluk.

    Bu anlamli yazi icin tesekkürler.

  3. silva ve talin’in bu taleplerini bende anlamlı buluyorum ama bu taleplerin kendisyle beraber açığa çıkardığı
    türkiyedeki ermeni toplumun bunu dillendirmesi ve muhalif kesimlerle aynı tarafda buluşması sorunu (yani ermeni toplumun esasen bu anlamda çok isteksiz olması hatta son dönemlere kadar muhaliflerle olan ilişkisinde uyduruk devletlu tavrından şehir eliti hikayelerinden vazgeçememesi) da çok önemli bi sorun.
    ermeni entelektüellerin bunu talep etmekle beraber türkiyedeki ermeni toplumla ilgili böyle bi iradeyi örgütlemek gibi önemli bi sorunuda vardır.
    bu daha geniş konuşulabilir ve hesaplanabilir fakat mesele esas olarak ermeni entelektüelinin meslesi olduğundan ben kısaca dokunmuş oldum.
    sevgiler
    kürtayısı

Trackbacks

Leave a reply to kürtayısı Cancel reply