Ayrıcalıklı “Devrimciler”![1]

by BillyUrfe

Bilindiği gibi 18 Aralık 2012 Salı günü Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve beraberindekilerin Göktürk-2 uydusunun Çin’den fırlatılmasını canlı yayında izlemek üzere Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) yerleşkesindeki TÜBİTAK Uzay Teknolojileri Araştırma Enstitüsü’nü ziyareti sırasında öğrenciler ve emniyet güçleri arasında çatışma çıktı. Polis üç binin üzerinde çevik kuvvet ekibi ve sekiz Toplumsal Müdahale Aracı (TOMA) ile hazır ve nazırdı. Sol/liberal eğilimli basın, sonrasında televizyonda ilk kimin başlattığı tartışılacak olan olaylarda ezici biçimde üstün bir güç olarak polisin sert bir şekilde müdahale ettiğini ve çatışmanın çevreyi de etkileyerek akşam saatlerine kadar sürdüğünü yazdı. Yaralanan ve hastaneye kaldırılan eylemciler vardı. Polis aynı gün ve takip eden birkaç gün içinde onu aşkın öğrenciyi gözaltına aldı ve ev baskınları düzenledi. Ertesi gün ODTÜ Rektörlüğü yaşanan şiddeti kınadığı bir basın açıklaması yaptı, bazı ODTÜ’lü öğrenci ve akademisyenler “Şiddet Varsa, Polis Varsa, Ders Yok!” sloganıyla bir günlük boykot gerçekleştirdiler, olaylar diğer büyük şehir ve üniversitelerde protesto edildi ve adet olduğu üzere imzalar toplandı[2]. ODTÜ ile ilgisi bulunan bazı kuruluşların temsilcileri ilk günden itibaren öğrencilerin arkasında olduklarını bildirdiler. Beri yandan iktidar da boş durmadı: AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik protestocular için “iflah olmaz ulusalcılar” değerlendirmesinde bulundu, Başbakan Erdoğan “Sizin yetiştirdiğiniz öğrenciler bunlarsa bizim ülkemiz batmış, bitmiş” diyerek ODTÜ yönetimine yüklendi. Olay günü ATV tarafından “ODTÜ’de Göktürk-2 uydusunun uzaya fırlatılmasına karşı bir eylem” olarak haberleştirilirken, önemi meçhul bir sav olarak protestocu öğrencilerin çoğunun ODTÜ’lü olmadığı iddia edildi ve kaçınılmaz olarak bazı öğrenciler hakkında “örgüt üyesi olabilecekleri gerekçesiyle ‘terör’ soruşturması” başlatıldı.

Olayın yaşandığı haftanın sonunda polis gözaltına alınan öğrencileri serbest bırakırken[3], yeni hafta bir grup üniversite yönetiminin ortak bir açıklamasıyla başladı. Açıklamada Türkiye’nin teknoloji alanındaki bir başarısının ODTÜ’de bazı öğrencilerin şiddet eylemiyle gölgelendiği söyleniyordu. İnternet medyasında açıklamayı “padişaha bağlılık bildirisi” olarak niteleyenler oldu. Bunun ardından, içlerinde önceki açıklamada adı geçen üniversitelerde görevli olan öğretim elemanlarının da bulunduğu bir grup akademisyen, üniversite kurumunun bağımsız bilimsel niteliğine vurgu yapan bir karşı açıklama yayınladı. Akademik düzeyde ilk uluslararası tepki ise “GIT-North America” adlı Türkiye kökenli ve/veya Türkiye ve Osmanlı İmparatorluğu üzerine çalışmalar yapan Kuzey Amerikalı araştırmacılardan oluşan bir akademik platformdan geldi. Bu metin ifade özgürlüğüne vurgu yaparak Türkiye’de hükümetin kendisine yönelik her tür eleştiri ve muhalefeti “terörizm” olarak yaftalama girişimini kınıyordu.

Bir hafıza tazelemesi yaparsak 2010 yılında Başbakan’ın ODTÜ’yü ziyaretine dönük bir öğrenci eylemi ve polis müdahalesi meydana geldiğini, keza 2011 yılında da ODTÜ’den AKP Genel Merkezi’ne olaylı bir yürüyüş gerçekleştiğini hatırlayabiliriz. 2010 yılında da, olaylar, öğrencilerin Başbakan’ın ODTÜ’yü ziyaret etmesini istememesi/protesto etmesi ile başlamış, polis müdahalesi, gözaltılar ve bazı ODTÜ’lü akademisyenlerin Başbakan’ın ziyaretini bir “kışkırtma” olarak gördüklerini ifade etmesi ile son bulmuştu. Buradan hareketle en az son iki yıldır hükümetin ve üniversitenin adının bir sürtüşmenin tarafları olarak yan yana geldiği söylenebilir. ODTÜ’nün tarihsel “devrimci” mirasının da, ODTÜ’yü, bu bakış açısına göre hedef tahtasına koyan bir nokta olduğu düşünülebilir.

esh6268_13Göreceli olarak belki henüz erken bir beklenti ama yazıda değinilen çeşitli seviyelerde popüler onaylama ve dayanışma örneklerini göz önüne aldığımızda, ODTÜ’deki protestonun eylemsel niteliğinin üniversitenin tarihsel sol devrimci geleneğiyle ilişkilendirilişine ve bu ilişkilendirmenin günümüz Türkiye’si koşullarında meşruiyetine ilişkin herhangi bir eleştirel sorgulama yapılmadığını görüyoruz[4]. ODTÜ’deki öğrenci eylemlerinde öne çıkanın anti-emperyalizm slogancılığı olmasında bizce sorunlu olan bir yan var[5]. Sorun, bu geleneğin, günümüzde ve ODTÜ gibi etkili bir mekânda, iktidara atıfla “bilimi sermayeye peşkeş çekmek”, “bilimi satan emperyalist savaş çığırtkanı” olmak gibi önermelerde karşılığını bulan düzeyde bir söyleme dönüşerek tebarüz etmesinde ve şekilsel olarak Başbakan’ı ve polisi (devleti de diyebiliriz) kampüste istememek direncinde aranabilir. Bu durum iktidara yakınlık düzeyine göre medyanın 18 Aralık’ı çerçeveleme biçimini de etkiledi ve buna bağlı olarak bilhassa orta sınıf muhalefetin olayı algılama, yansıtma ve karşısında konumlanma tarzını biçimlendirdi.

Kolluk kuvvetlerinin orantısız güç kullanımı ve her olup bitenden sonra kendini güvenlik gerekçesiyle aklaması Türkiye’de kimse için yeni bir haber değil. Bu gerçeğe nesiller boyu aşina olmamız bir yana, günümüzde bilgi çağının alternatif olanakları sayesinde ülkede yaşananlardan eskiye nazaran daha çabuk ve görece daha etraflı haberdar ediliyoruz. 18 Aralık’la ilgili gelişmeleri derleyen ve yayan yayın organları ve aktörlerin yer yer ıskaladığı başka toplumsal eylemler sadece son bir yıl içinde yurt çapında kerelerce meydana gelmiş olup, kendi ölçeklerinde bir 18 Aralık protestosu kadar otoriter biçimlerde bastırıldığı tasavvur edilebilir[6]. Son birkaç yıl içinde TEKEL işçilerinden HES karşıtlarına, harç eylemi yapan gençlerden Kürtlere kadar birçok toplumsal grup sert polis müdahalesine maruz kaldı. Daha genel olarak Türkiye’de insan hakları uygulamalarının günümüzde, Avrupa Birliği’ne uyum çerçevesinde yapılan birtakım düzenlemelere rağmen, tarihte olduğu kadar sorunlu olmaya devam ettiğini söyleyebiliriz. Gene akademiden yakın tarihli bir örnek vermek gerekirse, Kasım 2012’de Ege Üniversitesi’nde gerçekleşen YÖK’ün kuruluş yıldönümü protestosu, Ankara olayıyla benzer sonuçlarına (ör. polisin aşırı güç kullanımı, gözaltılar, üniversitenin akademisyenlerinden gelen tepki) ve 18 Aralık eylemiyle olan ortak noktalarına rağmen (ör. görebildiğimiz kadarıyla iki eylemde de YÖK Yasa Tasarısı protesto konuları arasındaydı) medyada geniş yer bulmadı, bölgesel ya da ulusal düzeyde tartışma zeminine taşınmadı[7]. Gelin görün ki 18 Aralık benzersiz şekilde vahim bir olay olarak aksettirildi ve ilk günden itibaren muhalif kamuoyu tarafından yaygın biçimde sahiplenildi. Burada şöyle bir neden-sonuç mekanizmasının işlediği ileri sürülebilir: ODTÜ’de yaşanmış olması ve Başbakan’ın varlığı (ve bir dereceye kadar ziyaret sebebi) nedeniyle sol/liberal medya olaya yakından ilgi gösterdi. Olay sonrası süreçte ODTÜ etrafında toplanan çeşitli aktörler ve geneliyle iktidar birbirine karşı kutuplaşırken bir grup üniversite yönetimi polis şiddetini ve iktidarın olay sonrası söylemini kınadı ve diğer bir grup üniversite yönetimi de ODTÜ’nün ve arkasında durduğu öğrencilerin tutumunu ve Göktürk-2’nin gölgede bırakılmasını kınadı. Yani üniversiteler son dönemde pek rastlanmayan bir şekilde karşı karşıya gelerek politik alana dâhil oldular.

Bekleneceği üzere 18 Aralık sosyal medyada da epey yankı buldu. Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) 18 ve 19 Aralık tarihlerinde Facebook üzerinden “protesto gösterisi esnasında yaralanmış, darp edilmiş, sözlü veya fiziksel tacize uğramış öğrenci arkadaşlarımızın fiziksel ve ruhsal tedavilerinin yapılabilmesi ve gerekiyorsa alternatif rapor alabilmeleri için TİHV Genel Merkezi’ne başvurmaları yeterlidir” mesajını paylaştı. Olaya ilişkin bireysel ve genel gönderiler aynı mecrada yoğun bir paylaşım trafiği yaratırken tartışmalar daha çok “ak ve kara” çizgisinde ilerliyordu. Öyle ki, yazılanlarda yaşananlar kınanırken ODTÜ’nün “seçme beyinlerin” okuduğu bir üniversite olduğu değinisine bile rast geliniyordu. (Yeri gelmişken “beyin” eğretilemesi 2011’in “I Brain ODTÜ” adlı tanıtım kampanyasında ve bu kampanyada çizilen “ülkenin ve dünyanın sorunlarıyla ilgilenip çözüm arayan”, “bazen idealist, bazen devrimci” ODTÜ’lü portresindeki sorunsallara karşı sıkı bir kurumsal ODTÜ eleştirisi geliştiren “ODTÜ’nün Rahatsız Öğrencileri” kolektifinin “No Brain ODTÜ” kampanyasında da başroldeydi.) Uykusuz Dergisi beyin esprisini kapağına taşıyarak ODTÜ’ye bir “jest” yaptı. Bu anlamda kitlelerin, ama özellikle muhalif kesimin, ODTÜ hakkında, öğrenci profilinin sadece politik değil aynı zamanda “zekâ” ya da “başarı” düzeyi üzerinden de sahip olduğu izlenim ODTÜ etrafındaki tartışmada tutum belirlemesine yardımcı oldu. Bu süreçte ODTÜ’lü kimliğini altı yeterince doldurulmamış bir “devrim” referansıyla mitleştirmek suretiyle iktidara karşı araçsallaştıran blog yazıları, okulu -ama “bilhassa ODTÜ’yü”- savunmak gibi değerler üreten açık mektupların da katkısı oldu. Uluslararası Af Örgütü olay gününden üç gün sonra “emniyet görevlilerinin göstericilere karşı aşırı güç kullandığı olayların hızlı, kapsamlı ve tarafsız bir şekilde soruşturulması çağrısında” bulundu. Bütün bu gönderi ve güncellemeler ağırlıklı olarak genç, okumuş, orta sınıf, kentli, aktif internet kullanıcısı ve bir diğer ortak payda olarak muhalif Türkiyelilerden internet ortamında epey bir beğeni, yorum ve paylaşım tıklaması kopardı. Kişilerin bireysel tutumları bir yana, gerçek kurum ve kuruluşlar, mesela üniversiteler, herkes için geçerli sivil-demokratik haklar olan toplanma ve ifade özgürlüğü haklarına başka mecralarda başvurulduğu haliyle sahip çıkmaya, daha önce, bu olayda olduğu kadar gönüllü görünmemiş ve seferber olmamıştı.

Velhasıl, sol/liberal medya, sivil toplum ve akademi 18 Aralık’ı izleyen birkaç gün içinde gerek eylem dili, gerekse söylemiyle protestocu öğrenciler ve ODTÜ ile dayanıştı. Toplumsal muhalefetin geniş ama kırılgan bir kesimi olan eğitimli orta sınıf da, internetteki yansımalarından okuyabildiğimiz kadarıyla, bu süreçte destekçi yerini aldı. Bu dalga muhtemelen bu yazının yazıldığı tarihten sonra da bir süre kadar daha devam edecek. Sözü edilen gruplar ilerleyen süreçte ülkede öteden beri daha az meşru, daha az sofistike ve daha az haklı saydıkları eşit hak talepleri ve mücadelelerini tanımakta ve desteklemekte işbirliği yapacaklar mı göreceğiz. Fırsat eşitsizlikleri, elverişsizlikler ve sorunlarla örülü bir eğitim sistemi ve toplumsal düzen içinde üniversite kurumunun simgesel bir “kurtarıcı” ya da “son kale” imgesine indirgenip bir muhalefet ve mücadele etme aracına dönüştürülmesindeki yanıltıcı payı düşünmeye davet ederek bitirelim.


[1] Yazının yazımı sırasında getirdikleri yararlı eleştiri ve öneriler ve başlık için Azad Alik editörlerine teşekkürü borç bilirim. gorkemdaskan@gmail.com

[2] Yazının yazım tarihi (26 Aralık) itibariyle internette ODTÜ Mezunları Derneği’nin (1), Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyeleri’nin (2) ayrı ayrı düzenlediği, “ODTÜ’lü Akademisyen Ve Öğrencilerin Yanındayız” (3) ve “Devrimci ODTÜ’lülerden Kamuoyuna İmza Kampanyası” (4) başlıklı dört farklı imza kampanyası mevcuttur.

[3] Sekiz öğrencinin tutuksuz yargılanmasına önümüzdeki günlerde devam edileceği gelen bilgiler arasındaydı.

[4] 18 Aralık sonrasında bu tarihsel ilişkiye gönderme yapan “ODTÜ Sadece Okul Değildir” başlıklı bir yazı Radikal 2’de yayınlandı.

[5] Bu anlamda ODTÜ’lü Anarşistlerin yayınladığı ve ana akım medyada hiç yer verilmeyen metin protestocu öğrencilerin bir kısmının meramını anlatmak konusunda açıklayıcıdır.

[6] Avrupa Komisyonu 2012 Türkiye İlerleme Raporu’nda “İnsan Hakları ve Azınlıkların Korunması” maddesi, “Toplanma Özgürlüğü” alt başlığı Türkiye’nin geçtiğimiz yıl boyunca konuda kaydettiği ilerleme hakkında bir fikir vermektedir. S. 23.

[7] İzmir’deki olayda da gözaltına alınanlar daha sonra serbest bırakıldılar. Gözaltının Kürt öğrencilerin kampüste toplandığı köşelerde yoğunlaştığına tanık olanlar vardı; bu durum kısmen internet medyasına da yansıdı.

13 Responses to “Ayrıcalıklı “Devrimciler”![1]”

  1. odtü’nün efsaneleştirilmesine, “emperyalizm” vurgusuna, i brain odtü kibrine, vb. karşı eleştirilere eyvallah. ama bu yazının daha sarih bir mesajı olmalıydı sanki. onu ben bilemem ama galiba kendimi bildim bileli solcu olduğum için, sola ilişkin eleştirilerde -kesinlikle daha hoşgörülü değil- daha ölçülü ve hakikaten “ne yapmalı” sorusuna yanıt üretme kapasitesi taşıyan yazıları önemli buluyorum. elinize sağlık yine de, tartışalım, tartışmaktan zarar gelmez… (ben de mi yazar gibi biraz “utangaç” yazdım acaba:))

  2. bence yazıdaki enbüyük eksiklik işin özünün lafın dolandırılarak birazda maskelenmiş olması. Ki yazının özüne katılmamak eldedeil

  3. Anlamaya çalıştım bu yazının neden yazıldığını, ne demek istediğini, neyi savunduğunu, neyi eleştirdiğini. Bir durum saptaması yapmaya çalışırken yazarın bir şeyler söyleyeceğini bekleyip durdum. Gerçi bazı şeyler söylemiş ancak onları da anlamadım: ODTÜ deki öğrenci eylemlerinde anti-emperyalizm slogancılığının öne çıkmasında sorunlu olan bir yan olduğunu söylemiş yazar ve bu sorunu da takip eden cümlesinde anlatmış (!) mı?

  4. odtüyü abartmaya gerek yok. bilimi satan diye pankart açanlar lisansüstü için amerikaya gitmek mümkünse orada kalmak için kendilerini paralayacaklar. ülkede kalanlar şirkete veya büroksasiye üst kademelerden hizmet edip yüksek ücretli ve elit solcular olmaya devam edecekler. nereden biliyorsun hemşerim diye soran olursa. 10 sene önce 20 sene önce protestoculara bakın şimdi neler yapıyorlar diye.

  5. Bence:

    Yazının bu “ayrıcalıklı olma” mevzuunda iki kolda tahkimata ihtiyacı var:

    (a) Hangi mecrayı (medya alanı, medya alanındaki belli pozisyonlar, akademi alanı, ODTÜ’lü akademisyenler, ODTÜ’lü öğrenciler, genel olarak solcu öğrenciler, sol siyaset yapanlar, kim?) tam olarak neden (ayrıcalıklı kılınan kim, türk-ortasınıf-seküler-solkemalist olduğu varsayılan bir öğrenci kesimi mi, bir dispozisyonlar kümesi mi; ayrıcalık nasıl bir eşitsiz avantaj yaratıyor, kimi nasıl bir mekanizma ile dezavantajlı kılıyor, vb.) eleştirdiğini daha açık ifade etmeliydi.

    (b) Salt sinik bir etki bırakma niyeti olmadığını varsayarak (örneğin yukarıda “mmt” rumuzlu yorum klasik bir sinik eleştiri olmuş), akademi alanında öğrenci grupları olsun, akademisyen grupları olsun, iktidarı protesto tarz-ı siyasetinin “daha eşitlikçi” (ya da, yazara doğru gelen, daha iyi olan şey ne ise) nasıl olabileceği ile ilgili pozisyon almalıydı.

    Sol/liberal medya nasıl öğrenci gruplarıyla ODTÜ yönetimini birbirine indirgeyip “devrimci ODTÜ” miti yaratıyorsa, bu yazıdaki gibi eleştirilerde de öğrencilerin protesto gerekçeleriyle o gerekçelere anti-hükümet spini veren (“ayrımcı”?) söylemi birbirine indirgeme riski var.

    ODTÜ Senatosunun Ermeni meselesinde sağcı bir konum aldığını, ortalık KCK tutuklamalarıyla yıkılırken Ergenekon sanıklarının haklarını savunmayı seçtiğini, güçlü idari konumlarda bulunan, kaynak yöneten ODTÜ’lü akademisyenlerin Kürt meselesinde sık sık klasik-Kemalist pozisyonlar aldığını biliyoruz. Bugünkü akademi alanında bu sağcı-reaksiyoner pozisyonların Abdülhamidistlerin sağcı-reaksiyoner pozisyonlarına kıyasla, iktidar açısından tahakküm altında olduğunu da biliyoruz. Anti-hükümet spini veren söylem içinde son olaylara klasik-Kemalist türden pozisyonları kollayan bir öyküleme yapılması, bana göre, bu ayrıcalıklılık anlatısının bir parçası.

    Öte yandan, protesto repertuvarları örneğin (örnek çok, tüm çevre iller) Erzurum Atatürk Üniversitesi’nin demokrat, muhalif, solcu vs öğrencilerinin harekete geçirebildiği kaynaklardan çok daha fazla diye ODTÜ’lü öğrencilerin ayrıcalıklı olduklarını eleştirmenin de sinik olacağı fikrindeyim.

  6. hep bana mı rast geliyor yoksa bu azadalik denen site,, ne kadar siyasi insan, ne kadar siyasi çaba ve direniş varsa hepsini nasıl değersizleştirebiliriz? bunlara acaba nereden b.k atabiliriz? amacıyla kurulmuş bir site midir? muhalefete muhalefet böyle mi yapılır olmuş? iktidara direnen kesimlere b.k atmaya “düşünce özgürlüğü” mü deniyor? odtü’de eylem yapan öğrenciler bir biçimde iktidara başkaldırmış ve polis militerleşmesini ve üniversite-iktidar arasındaki kokuşmuş işbirliğini bir biçimde gündeme taşımış öğrenciler.. sloganları tırıvırı bulunabilinir.. fakat bundan önceki herhangi bir eyleme katılan öğrenciler yıllarca hapis cezasıyla cezalandırılmışken ve bu insanlar onlarca yıl hapis yatmayı göze alarak polisle çatışmışken bir yazı yazıp üzerine “ayrıcalıklı devrimciler” gibi arsız bir başlık atmak nasıl bir aymazlık-nasıl bir utanmazlıktır??

  7. Sonunda 90’lara döndük Gule Can. Onlar bedel ödüyor, bunlar küfrediyor değil mi ? Bu yaşta Bu zeka.

  8. Yazıya yapılan eleştiriler, yazının asıl söylemek istediğinden ziyade “nasıl böyle bir eleştiri yapılabilir!” noktasında toplanıyor. Yazı, ne ODTÜ’de yaşanan olayların vahametini görmezden geliyor ne de buna karşı duruşun önemini görmezden geliyor.
    Tersine tam da karşı duruşun ve desteklemenin, seçkinci bir zeminden çıkarılarak daha kapsayıcı olması için yapılan bir eleştiri. Ve hatta daha önce de söylendiği gibi utangaç bir eleştiri.
    Ancak, maalesef bu kadarcık bir eleştiri dahi kaldırılamıyor. Bu tavır ise, yazının/eleştirinin doğruluğunu bir kere daha ortaya koyuyor.
    Elbette ki bazı olayların/aktörlerin simgesel olarak değeri/önemi olduğu ileri sürülebilir. Ancak ODTÜ ile ilgili tavrın seçkinci bir tavır içerdiği açıktır. I Brain ODTU buna bir örnektir. Baskı ve şiddet, buna maruz kalanın başarısı/entelektüel kapasitesi/bağlı olduğu kurum/statü/pozisyon ile mi ölçülecek?
    Öte yandan, meğer ki yazının söylediklerine katılmıyorsunuz bunu düzgün bir eleştiri şeklinde yazmak mümkün değil midir? Bok atma, yazarın zekasından dem vurma ne zamandan beri bir eleştiri biçimi oldu?

  9. Meta-tenkidimdir:

    Ben bu yazıyı 1.5 defa okudum (ikinci kısmını iki defa okudum zira), fakat bu 1.5 okumamdan sonra dahi net bir anlam çıkaramadım. Bunun sebebi benim konuya yabancılığım ya da bütünselliğini yakalayamam olabilirdi, fakat gelen yorumlara bakarsam bu dertten tek muzdarip ben değilim. Sanırım bu noktada yazarın, söylemek istediklerinin derinliğinde boğulduğunu söylemek fazla olmaz. Başta güzelce hikaye edilmiş şekilde aktarılan kısımdan sonra, yazı özü ile eklenen fikirler arasındaki ilişkide anlam yitimine uğruyor. Yazıda anlatılan illaki geliştirmeyen kelimeler, verilmek istenen mesajdan (eğer varsa) okuyucuyu koparıyor ve de sonra okuyucu buradan kendi çıkarımlarını yapmaya başlıyor belki de. Ya da yazarın kalemine vuran çekingenlik ve genel gündeme yönelik tekrardan kaçınma arzusu, onu hedefinden saptırıyor ve de anlatısını zayıf düşürüyor. O yüzden bu tür yazıları yaıplandırırken ekstra bir dikkat sarf etmek gerektiği düşüncesindeyim.

  10. Yazının bana göre önemli kısmı hikayeden sonra gelen kısım. Akademik bir metin olsa mesela, ilk kısım doğrudan çıkarılırdı diye düşünüyorum, zira bir argüman sunmuyor. Ve fakat, ODTU’nün sol geleneğinin ve emperyalizme karşı duruşunun protestoları eleştirirken göz önünde bulundurmamız gereken bir faktör olduğunu anlayamadım. Nacizane, bazılarımız teoride boğulur gerçek hayata karışamazken bazılarımız da tarihin gidişatını değiştirmeye çalışıyor.
    Saygılarımla

  11. Ben bu yazının doğru bir içgüdüyle yazıldığı kanaatindeyim. Bu yazıdaki gibi, iktidara karşı muhalefet olan kesimler arasındaki farklılıkları saymanın değil, iktidar karşı tek yumruk tek yürek homojen bir kütle oluşturma kompleksinin gerici olduğunu düşünüyorum. Yazıya gelen ölçüsüz eleştirilerin de az da olsa bu kompleksle alakalı olduğunu düşünüyorum. “İktidarı yıkana kadar farklılıklarımızı bir kenara koyalım” diyemeyiz. Bilakis iktidarın, bu farklılıkları bir kenara koya koya biriken, güçlenen birşey olduğunu görmek gerekiyor. AKP’ye hali hazırda böyle farklılıklardan yoksun, homojen bir kütle olarak bakıp, kafamızdaki muhalefeti de AKP’nin modeline uydurmaya çalışıyoruz. O yüzden birisi çıkıp “ODTÜ’yle ortaklıklarımızı sorgulayalım” dediği zaman sanki oyunbozanlık yapmış, “sadece eleştirip alternatif sunamamış” muamelesi yapıyoruz.

Trackbacks

Leave a reply to Ferhat Neptun Cancel reply