Bilindiği gibi 18 Aralık 2012 Salı günü Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve beraberindekilerin Göktürk-2 uydusunun Çin’den fırlatılmasını canlı yayında izlemek üzere Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) yerleşkesindeki TÜBİTAK Uzay Teknolojileri Araştırma Enstitüsü’nü ziyareti sırasında öğrenciler ve emniyet güçleri arasında çatışma çıktı. Polis üç binin üzerinde çevik kuvvet ekibi ve sekiz Toplumsal Müdahale Aracı (TOMA) ile hazır ve nazırdı. Sol/liberal eğilimli basın, sonrasında televizyonda ilk kimin başlattığı tartışılacak olan olaylarda ezici biçimde üstün bir güç olarak polisin sert bir şekilde müdahale ettiğini ve çatışmanın çevreyi de etkileyerek akşam saatlerine kadar sürdüğünü yazdı. Yaralanan ve hastaneye kaldırılan eylemciler vardı. Polis aynı gün ve takip eden birkaç gün içinde onu aşkın öğrenciyi gözaltına aldı ve ev baskınları düzenledi. Ertesi gün ODTÜ Rektörlüğü yaşanan şiddeti kınadığı bir basın açıklaması yaptı, bazı ODTÜ’lü öğrenci ve akademisyenler “Şiddet Varsa, Polis Varsa, Ders Yok!” sloganıyla bir günlük boykot gerçekleştirdiler, olaylar diğer büyük şehir ve üniversitelerde protesto edildi ve adet olduğu üzere imzalar toplandı[2]. ODTÜ ile ilgisi bulunan bazı kuruluşların temsilcileri ilk günden itibaren öğrencilerin arkasında olduklarını bildirdiler. Beri yandan iktidar da boş durmadı: AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik protestocular için “iflah olmaz ulusalcılar” değerlendirmesinde bulundu, Başbakan Erdoğan “Sizin yetiştirdiğiniz öğrenciler bunlarsa bizim ülkemiz batmış, bitmiş” diyerek ODTÜ yönetimine yüklendi. Olay günü ATV tarafından “ODTÜ’de Göktürk-2 uydusunun uzaya fırlatılmasına karşı bir eylem” olarak haberleştirilirken, önemi meçhul bir sav olarak protestocu öğrencilerin çoğunun ODTÜ’lü olmadığı iddia edildi ve kaçınılmaz olarak bazı öğrenciler hakkında “örgüt üyesi olabilecekleri gerekçesiyle ‘terör’ soruşturması” başlatıldı.
Olayın yaşandığı haftanın sonunda polis gözaltına alınan öğrencileri serbest bırakırken[3], yeni hafta bir grup üniversite yönetiminin ortak bir açıklamasıyla başladı. Açıklamada Türkiye’nin teknoloji alanındaki bir başarısının ODTÜ’de bazı öğrencilerin şiddet eylemiyle gölgelendiği söyleniyordu. İnternet medyasında açıklamayı “padişaha bağlılık bildirisi” olarak niteleyenler oldu. Bunun ardından, içlerinde önceki açıklamada adı geçen üniversitelerde görevli olan öğretim elemanlarının da bulunduğu bir grup akademisyen, üniversite kurumunun bağımsız bilimsel niteliğine vurgu yapan bir karşı açıklama yayınladı. Akademik düzeyde ilk uluslararası tepki ise “GIT-North America” adlı Türkiye kökenli ve/veya Türkiye ve Osmanlı İmparatorluğu üzerine çalışmalar yapan Kuzey Amerikalı araştırmacılardan oluşan bir akademik platformdan geldi. Bu metin ifade özgürlüğüne vurgu yaparak Türkiye’de hükümetin kendisine yönelik her tür eleştiri ve muhalefeti “terörizm” olarak yaftalama girişimini kınıyordu.
Bir hafıza tazelemesi yaparsak 2010 yılında Başbakan’ın ODTÜ’yü ziyaretine dönük bir öğrenci eylemi ve polis müdahalesi meydana geldiğini, keza 2011 yılında da ODTÜ’den AKP Genel Merkezi’ne olaylı bir yürüyüş gerçekleştiğini hatırlayabiliriz. 2010 yılında da, olaylar, öğrencilerin Başbakan’ın ODTÜ’yü ziyaret etmesini istememesi/protesto etmesi ile başlamış, polis müdahalesi, gözaltılar ve bazı ODTÜ’lü akademisyenlerin Başbakan’ın ziyaretini bir “kışkırtma” olarak gördüklerini ifade etmesi ile son bulmuştu. Buradan hareketle en az son iki yıldır hükümetin ve üniversitenin adının bir sürtüşmenin tarafları olarak yan yana geldiği söylenebilir. ODTÜ’nün tarihsel “devrimci” mirasının da, ODTÜ’yü, bu bakış açısına göre hedef tahtasına koyan bir nokta olduğu düşünülebilir.
Göreceli olarak belki henüz erken bir beklenti ama yazıda değinilen çeşitli seviyelerde popüler onaylama ve dayanışma örneklerini göz önüne aldığımızda, ODTÜ’deki protestonun eylemsel niteliğinin üniversitenin tarihsel sol devrimci geleneğiyle ilişkilendirilişine ve bu ilişkilendirmenin günümüz Türkiye’si koşullarında meşruiyetine ilişkin herhangi bir eleştirel sorgulama yapılmadığını görüyoruz[4]. ODTÜ’deki öğrenci eylemlerinde öne çıkanın anti-emperyalizm slogancılığı olmasında bizce sorunlu olan bir yan var[5]. Sorun, bu geleneğin, günümüzde ve ODTÜ gibi etkili bir mekânda, iktidara atıfla “bilimi sermayeye peşkeş çekmek”, “bilimi satan emperyalist savaş çığırtkanı” olmak gibi önermelerde karşılığını bulan düzeyde bir söyleme dönüşerek tebarüz etmesinde ve şekilsel olarak Başbakan’ı ve polisi (devleti de diyebiliriz) kampüste istememek direncinde aranabilir. Bu durum iktidara yakınlık düzeyine göre medyanın 18 Aralık’ı çerçeveleme biçimini de etkiledi ve buna bağlı olarak bilhassa orta sınıf muhalefetin olayı algılama, yansıtma ve karşısında konumlanma tarzını biçimlendirdi.
Kolluk kuvvetlerinin orantısız güç kullanımı ve her olup bitenden sonra kendini güvenlik gerekçesiyle aklaması Türkiye’de kimse için yeni bir haber değil. Bu gerçeğe nesiller boyu aşina olmamız bir yana, günümüzde bilgi çağının alternatif olanakları sayesinde ülkede yaşananlardan eskiye nazaran daha çabuk ve görece daha etraflı haberdar ediliyoruz. 18 Aralık’la ilgili gelişmeleri derleyen ve yayan yayın organları ve aktörlerin yer yer ıskaladığı başka toplumsal eylemler sadece son bir yıl içinde yurt çapında kerelerce meydana gelmiş olup, kendi ölçeklerinde bir 18 Aralık protestosu kadar otoriter biçimlerde bastırıldığı tasavvur edilebilir[6]. Son birkaç yıl içinde TEKEL işçilerinden HES karşıtlarına, harç eylemi yapan gençlerden Kürtlere kadar birçok toplumsal grup sert polis müdahalesine maruz kaldı. Daha genel olarak Türkiye’de insan hakları uygulamalarının günümüzde, Avrupa Birliği’ne uyum çerçevesinde yapılan birtakım düzenlemelere rağmen, tarihte olduğu kadar sorunlu olmaya devam ettiğini söyleyebiliriz. Gene akademiden yakın tarihli bir örnek vermek gerekirse, Kasım 2012’de Ege Üniversitesi’nde gerçekleşen YÖK’ün kuruluş yıldönümü protestosu, Ankara olayıyla benzer sonuçlarına (ör. polisin aşırı güç kullanımı, gözaltılar, üniversitenin akademisyenlerinden gelen tepki) ve 18 Aralık eylemiyle olan ortak noktalarına rağmen (ör. görebildiğimiz kadarıyla iki eylemde de YÖK Yasa Tasarısı protesto konuları arasındaydı) medyada geniş yer bulmadı, bölgesel ya da ulusal düzeyde tartışma zeminine taşınmadı[7]. Gelin görün ki 18 Aralık benzersiz şekilde vahim bir olay olarak aksettirildi ve ilk günden itibaren muhalif kamuoyu tarafından yaygın biçimde sahiplenildi. Burada şöyle bir neden-sonuç mekanizmasının işlediği ileri sürülebilir: ODTÜ’de yaşanmış olması ve Başbakan’ın varlığı (ve bir dereceye kadar ziyaret sebebi) nedeniyle sol/liberal medya olaya yakından ilgi gösterdi. Olay sonrası süreçte ODTÜ etrafında toplanan çeşitli aktörler ve geneliyle iktidar birbirine karşı kutuplaşırken bir grup üniversite yönetimi polis şiddetini ve iktidarın olay sonrası söylemini kınadı ve diğer bir grup üniversite yönetimi de ODTÜ’nün ve arkasında durduğu öğrencilerin tutumunu ve Göktürk-2’nin gölgede bırakılmasını kınadı. Yani üniversiteler son dönemde pek rastlanmayan bir şekilde karşı karşıya gelerek politik alana dâhil oldular.
Bekleneceği üzere 18 Aralık sosyal medyada da epey yankı buldu. Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) 18 ve 19 Aralık tarihlerinde Facebook üzerinden “protesto gösterisi esnasında yaralanmış, darp edilmiş, sözlü veya fiziksel tacize uğramış öğrenci arkadaşlarımızın fiziksel ve ruhsal tedavilerinin yapılabilmesi ve gerekiyorsa alternatif rapor alabilmeleri için TİHV Genel Merkezi’ne başvurmaları yeterlidir” mesajını paylaştı. Olaya ilişkin bireysel ve genel gönderiler aynı mecrada yoğun bir paylaşım trafiği yaratırken tartışmalar daha çok “ak ve kara” çizgisinde ilerliyordu. Öyle ki, yazılanlarda yaşananlar kınanırken ODTÜ’nün “seçme beyinlerin” okuduğu bir üniversite olduğu değinisine bile rast geliniyordu. (Yeri gelmişken “beyin” eğretilemesi 2011’in “I Brain ODTÜ” adlı tanıtım kampanyasında ve bu kampanyada çizilen “ülkenin ve dünyanın sorunlarıyla ilgilenip çözüm arayan”, “bazen idealist, bazen devrimci” ODTÜ’lü portresindeki sorunsallara karşı sıkı bir kurumsal ODTÜ eleştirisi geliştiren “ODTÜ’nün Rahatsız Öğrencileri” kolektifinin “No Brain ODTÜ” kampanyasında da başroldeydi.) Uykusuz Dergisi beyin esprisini kapağına taşıyarak ODTÜ’ye bir “jest” yaptı. Bu anlamda kitlelerin, ama özellikle muhalif kesimin, ODTÜ hakkında, öğrenci profilinin sadece politik değil aynı zamanda “zekâ” ya da “başarı” düzeyi üzerinden de sahip olduğu izlenim ODTÜ etrafındaki tartışmada tutum belirlemesine yardımcı oldu. Bu süreçte ODTÜ’lü kimliğini altı yeterince doldurulmamış bir “devrim” referansıyla mitleştirmek suretiyle iktidara karşı araçsallaştıran blog yazıları, okulu -ama “bilhassa ODTÜ’yü”- savunmak gibi değerler üreten açık mektupların da katkısı oldu. Uluslararası Af Örgütü olay gününden üç gün sonra “emniyet görevlilerinin göstericilere karşı aşırı güç kullandığı olayların hızlı, kapsamlı ve tarafsız bir şekilde soruşturulması çağrısında” bulundu. Bütün bu gönderi ve güncellemeler ağırlıklı olarak genç, okumuş, orta sınıf, kentli, aktif internet kullanıcısı ve bir diğer ortak payda olarak muhalif Türkiyelilerden internet ortamında epey bir beğeni, yorum ve paylaşım tıklaması kopardı. Kişilerin bireysel tutumları bir yana, gerçek kurum ve kuruluşlar, mesela üniversiteler, herkes için geçerli sivil-demokratik haklar olan toplanma ve ifade özgürlüğü haklarına başka mecralarda başvurulduğu haliyle sahip çıkmaya, daha önce, bu olayda olduğu kadar gönüllü görünmemiş ve seferber olmamıştı.
Velhasıl, sol/liberal medya, sivil toplum ve akademi 18 Aralık’ı izleyen birkaç gün içinde gerek eylem dili, gerekse söylemiyle protestocu öğrenciler ve ODTÜ ile dayanıştı. Toplumsal muhalefetin geniş ama kırılgan bir kesimi olan eğitimli orta sınıf da, internetteki yansımalarından okuyabildiğimiz kadarıyla, bu süreçte destekçi yerini aldı. Bu dalga muhtemelen bu yazının yazıldığı tarihten sonra da bir süre kadar daha devam edecek. Sözü edilen gruplar ilerleyen süreçte ülkede öteden beri daha az meşru, daha az sofistike ve daha az haklı saydıkları eşit hak talepleri ve mücadelelerini tanımakta ve desteklemekte işbirliği yapacaklar mı göreceğiz. Fırsat eşitsizlikleri, elverişsizlikler ve sorunlarla örülü bir eğitim sistemi ve toplumsal düzen içinde üniversite kurumunun simgesel bir “kurtarıcı” ya da “son kale” imgesine indirgenip bir muhalefet ve mücadele etme aracına dönüştürülmesindeki yanıltıcı payı düşünmeye davet ederek bitirelim.
[1] Yazının yazımı sırasında getirdikleri yararlı eleştiri ve öneriler ve başlık için Azad Alik editörlerine teşekkürü borç bilirim. gorkemdaskan@gmail.com
[2] Yazının yazım tarihi (26 Aralık) itibariyle internette ODTÜ Mezunları Derneği’nin (1), Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyeleri’nin (2) ayrı ayrı düzenlediği, “ODTÜ’lü Akademisyen Ve Öğrencilerin Yanındayız” (3) ve “Devrimci ODTÜ’lülerden Kamuoyuna İmza Kampanyası” (4) başlıklı dört farklı imza kampanyası mevcuttur.
[3] Sekiz öğrencinin tutuksuz yargılanmasına önümüzdeki günlerde devam edileceği gelen bilgiler arasındaydı.
[4] 18 Aralık sonrasında bu tarihsel ilişkiye gönderme yapan “ODTÜ Sadece Okul Değildir” başlıklı bir yazı Radikal 2’de yayınlandı.
[5] Bu anlamda ODTÜ’lü Anarşistlerin yayınladığı ve ana akım medyada hiç yer verilmeyen metin protestocu öğrencilerin bir kısmının meramını anlatmak konusunda açıklayıcıdır.
[6] Avrupa Komisyonu 2012 Türkiye İlerleme Raporu’nda “İnsan Hakları ve Azınlıkların Korunması” maddesi, “Toplanma Özgürlüğü” alt başlığı Türkiye’nin geçtiğimiz yıl boyunca konuda kaydettiği ilerleme hakkında bir fikir vermektedir. S. 23.