“Gayrimüslim Mehmetçikler”den Jandarma Er Bedros anlatıyor

by Azad Alik

Birkaç hafta önce Rifat N. Bali’nin  Libra Yayınları’ndan çıkan Gayrimüslim Mehmetçikler: Hatıralar – Tanıklıklar başlıklı kitabı, Cumhuriyet döneminde gayrimüslimlerin askerlik hizmetleriyle ilgili pek çok kaynağı bir araya getiriyor. Kitapta elçilik raporlarına, basın taramalarına, azınlık toplumlarına mensup olanların kendi anlatımlarına ve kanaat önderlerinin görüşlerine yer verilmiş.

Askerliğini Şırnak’ta yapan Jandarma Er Bedros’un anlatımını bu kitaptan alıntılayarak aktarıyoruz. Daha fazla bilgi için bkz: http://www.librakitap.com.tr/content/view/343/219/

“İnternetteyim.

Ellerim titreye titreye bakıyorum ekrana…

Beş ay mı, yoksa oniki ay mı olacak “vatani” görevimin süresi?

Beş ay mı, yoksa beş ayın iki katından iki ay daha mı fazla askerlik yapacağım?

Bir gördüm mü tamamdır sihirli kelimeyi, “Er”i ; nereye düştüğümün hiç önemi yok benim için, “Er” demek 5 ay demek çünkü…

Görüyorum en sonunda “Er” kelimesini, bir rahatlıyorum ki sormayın, geçiyor ellerimin titremesi…

Biraz daha göz gezdiriyorum ekranda…

Görev yapacağım yeri görüyorum en sonunda, ama gördüğümü görmek istemiyorum ve internet sayfasını kapatıp tekrar açıyorum…

Bir kez daha kapatıp yine açıyorum, birkaç defa da “refresh” ediyorum…

Değişen bir şey yok…

Toplanma Yeri: Kabul Toplama Merkezi Komutanlığı, Diyarbakır…

Görev Yeri: 23. Jandarma Sınır Tümen Komutanlığı, Şırnak…

Sen misin “Kısa dönem olsun da, neresi olursa olsun” diyen…

Boşuna söylememişler, dikkat edeceksin ne dilediğine…

Kesin olan iki şey var…

Askerliğimi Şırnak’ta yapacağım, askerliğimi Şırnak’ta yapacağımı kimseye söylemeyeceğim…

Kapatıyorum monitörü , “Mama” diyorum , “Diyarbakır’ a çıktı askerliğim, uçak bileti almaya gidiyorum ben”…

İnanmıyor Diyarbakır’a gideceğime , diretiyor “Sen ne diyorsun beee, çok uzak orası, yalancı seni , doğru söyle nereye çıktın” diye…

Yalancı olduğum doğru; soruyor herkes “Diyarbakır” diyorum…

Toplanıyoruz bizim evde arkadaşlarla…

Ari, Seto, Andre, Hovsep, Sako, Zeren, Sevan, Aret, Serkan, Karin, Serda…

Hayasdan işi nar likörü getirmiş Andre, içtikçe içesim geliyor; şarkılar türküler söylüyoruz , bir “Hay Herosneri Yerkı” patlatıyorum; muhabbet ediyoruz , hafif hafif takılıyoruz birbirimize, gülüyoruz, eğleniyoruz, midemize kramplar giriyor gülmekten…

“Gidiş” yaklaştıkça iç çamaşırlarım artıyor, harıl harıl iç çamaşırı alıyor bana bütün komşular, yeşil yeşil…

Yeşil kazak, yeşil bere, yeşil atlet; çoraplar siyah olmasa “HULK” ‘a dönüşeceğim , o kadar yeşilleniyorum yani…

Hep tedirgin mamam, tipik azınlık anası…

“Aman konuşma oralarda” , “aman sakın ha oğlum”…

Gelip çatıyor beklen(mey)en gün…

Sabah erkenden havalimanındayız… Seto da gelmiş yolculamaya… Askerlik yapacağım yerin tam adresini istiyor ısrarla , “Zero’yla ziyarete geleceğiz Diyarbakır’a” diyor…

“Ne gerek var oğlum, uzun yol, sakın ha gelmeyin, beş ay sonra beraberiz zaten…” diye yırtmaya çalışıyorum…

Ve ilk kez Diyarbakır’dayım…

Dikranagerd’ deyim…

İlk iş evi arayıp, haber veriyorum sağ salim indiğimi…

Surp Giragos Kilisesi’ne doğru yola koyuluyorum sonra; girmedik köşe-bucak bırakmıyorum kilisede , “Hay”a ait olduğuna dair izler arıyorum ısrarla…

Taşlar Hayeren konuşmakta zorlanıyorlar artık; yine de, dertlerini hepimizden iyi anlatıyorlar aslında…

Bir dua ediyorum, bir de taş atıyorum cebime; inançlı biri olmasam da…

Bir kez daha arıyorum evi, “Bak mama , Surp Giragos da benimle artık , gözünüz arkada kalmasın” diyorum…

Artık, etimizi-kemiğimizi teslim etme vakti…

Ama sadece onları…

Diyarbakır KTM(Kabul Toplama Merkezi)’den giriyorum içeri…..

İnsanlarla kaynaşmaya çalışıyorum hemen, “merhaba” diyorum göz göze geldiğim hemen herkese…

Bir kaç kısa dönem buluyorum, tanışıyoruz…

Ve 5 ay boyunca, her tanışmada yaşanacak birbirinin hemen hemen aynı diyalogların ilki gerçekleşiyor. …

“Merhaba , benim ismim Bedros”…

Büyük bir arzuyla, büyük bir sabırsızlıkla, “Efendim, anlamadım?” demelerini ya da benzer -ve anlaşılabilir- bir tepki göstermelerini bekliyorum; ki ekleyebileyim:

“Adım Bedros, ben Ermeni’yim”.

Tanıştığım herkesin bilmesini istiyorum Ermeni olduğumu…

İsteyen yakın, isteyen uzak dursun; ama bilsin herkes…

Buz gibi bir koğuşta geçirilen geceden sonra, sabah erkenden Şırnak’a doğru yola çıkıyoruz, konvoyla…

Şırnak’ın girişinde, “Kasrik Geçidi” denen yerde, konvoyumuzdaki araçlardan birinin mazotu bitiyor, duruyoruz…

Havanın kararması ve çevrenin -en azından bize- pek tekin bir izlenim yaratmamasından dolayı, şakayla karışık soruyor arkadaşlardan biri, “Abi bir şey yapmasınlar bize buralarda?”

Şoförün cevabı ise net: “Merak etme canım, bizim de adamlarımız var ‘içerde.’ ”

23.Jandarma Sınır Tümen Komutanlığı’ na varıyoruz akşamın ilerleyen saatlerinde…

Girişte üzerimizi arayan erlerden biri, “Biz de sizi bekliyorduk” diyor muzip bir gülümsemeyle; bizim gelişimiz onun gidişini müjdeliyor çünkü…

Günler geçtikçe kaynaşıyoruz; askerliğin kitabını çoktan yazmış(!) , “kaşarlanmış” erlerle…Ve başlıyor, kimbilir kaç zaman daha böyle sürüp gidecek olan “seremoni”.. .

Acemiler tecrübe edinmeye çalışıyorlar eskilerden, sordukça soruyorlar, kapmaya çalışıyorlar askerliğin “raconunu”…

En çok da, Şırnak il sınırları içinde dağıtılacakları muhtemel yerler hakkında soruyorlar…

Kurayla belirlenecek, dağıtılacağımız yerler…

Çok küçük bir kısmımız nispeten güvenli “Tümen içi”nde kalacak, kimimiz ise “gönderilmekten mümkün mertebe kaçınılmaya çalışılan” karakollara gidecek…

“Kaşarlanmış” gruptan hüzünle öğreniyoruz, kuranın yüzde doksanının aslında biz daha Şırnak’a gelmeden çok önce “çekilmiş”(! ) olduğunu…

Malum eşit vatandaşlarız hepimiz ama eşit olmayabiliyor eşit vatandaşların torpilleri…

Hollanda’nın Genelkurmay Başkanı’nın oğlunun Afganistan’da öldürülmüş olduğunu hatırlıyorum, bir karşılaştırma yapmak geliyor aklıma askerliğini yapmakta olduğum memleketle; koskoca Hollanda’nın zavallı Genel Kurmay Başkanı’ nın oğluna bir türlü torpil yaptıramamış olması ile ilgileniyorum; Hollanda’nın Afganistan’da ne işi olduğundan ziyade…

Ailesini arıyor herkes; tanıdıklar, yüzbaşılar, binbaşılar devreye sokuluyor… ..

Burada torpilin en aşağı “Albay”lardan başladığı öğreniliyor “kaşarlanmışlar”dan…

Ve devam ediyor seremoni…

-Beytüşşebap tehlikeli yermiş diyorlar, nasıldır orası..?

-Valla moralini bozmak gibi olmasın, bizim bir kısa dönem arkadaş vardı , cepten aradı bizi, tam merhaba diyecekken “güm” diye bir ses duyduk, sonradan öğrendik ki roket yemişler; torpiliniz varsa kullanın, kalın tümende, belli olmaz oralarda ne olacağı…

Tedirgin acemiler…

Obsesif-kompulsif davranış bozukluğu olan kısa dönem bir arkadaşımız var, geceleri sayıklıyor sürekli, sakinleştiriyoruz…

Aileden, tanıdıklardan, arkadaşlardan kopup; hiç de “kısa” sayılamayacak bir dönem için bambaşka bir ortama gelmek bile herkesin karakterinin kolay kolay kaldıramayacağı bir meseleyken; Şırnak’a gönderilmiş bir de, askere alındığı yetmiyormuş gibi…

Eğik, omuzları düşük yürüyor sürekli; donuk bir ifade yüzünde…

Benim ise Şırnak’ta olduğumu bilen kimse yok, aileme haber vermeden Tümen’de nasıl kalırım, onu düşünüyorum…

Derken müzisyenlik imdada yetişiyor, müzisyen olduğumu, bateri çaldığımı söylüyorum mülakatta; “getirtebilir misin baterini” diyorlar , “getirtebilirim” diyorum; baterim olmamasına rağmen…

“Getirtirsen kalırsın, subay gazinosu var burada.”

Yollatmak istediğiniz adresin, aileniz tarafından oğrenilmesini istemiyor olmasanız, işten bile değil ucuza bir bateri aldırıp herhangi bir adrese yollatmak…

Telefon açıyorum eve , “Çok rahatız , Diyarbakır(! ) harika” diyorum…

Araştıracağını söylüyor babam, “Subay gazinosu varmış burada, müzisyen arkadaşlar da var, rütbeli askerlere çalacağız, ucuzundan bir bateri alıp yollayabilir misin..?” diye sorunca…

Oğlu askerde adamcağızın, ne yapsın; değil bateri, Ferrari istesem, ne yapar eder; onu bile yollar vallahi…

“Sevan’ın, müzik enstrümanları satışı işinde olan bir arkadaşı varmış Beyoğlu’nda, Garen; o halledecek herşeyi, sen adresi ver yeter” diyor… Ne yapıp edip Garen’in telefon numarasını alıyorum babamdan, “Şimdi tam adresi verirsem ziyarete gelmeye kalkarsınız” diye de ekliyorum…

Mamamdan öğrendim sonra, babamın “Yahu ne biçim çocuk, cins yahu cins bu, adres vermez mi insan be” diye söylendiğini…

Telefon açıyorum Garen’e, durumu anlatıyorum, “Akhparik gözünü seveyim adres işini bizimkilere çaktırma” deyip alıyorum sözünü…

Şırnak Yurt içi Kargo’ya doğru yola çıkıyor davulum, kafam daha rahat artık…..

Kargo geleceğini bildirmek için Bölük Komutanı’na çıkıyorum…

Kayserili olduğunu biliyorum, ailem gibi…

“Babam Erkilet’ten, annem ise Felahiye(eski Urumdigin)’dendir” diyorum , biraz sohbet ediyoruz Kayseri hakkında, büyük dedemin yaptırmış olduğu ve insanların hala su içtikleri çeşmeyi anlatıyorum…

Ermeni olduğunuzu tanıştığınız herkese söyluyorsanız, muhabbetin dönüp dolaşıp geleceği yer zaten Allah’ın “Onbirinci Emir” ‘i ; ben ise “Charlton Heston”ım…

Ellerini iki yana açarak “Yahu Bedros, ben inanmıyorum yahu, yani bu soykırım falan diyorlar, yok öyle bir şey” diyor, bir süre sonra…

“Komutanım ben dürüst birisiyim, hep öyle oldum, ne düşünüyorsam söyleyeceğim size; ailemden duyduklarım var; akrabalardan, tanıdıklardan duyduklarım var; yaşanmış olana ne ad verirsek verelim, bir gerçek var, Anadolu’da Ermeniler artık yaşamıyorlar; Kayseri’deki bir kilisemiz ise spor salonu olarak hizmet veriyor şu an” diyorum…

“Yapma yahu..! Türkiye-Ermenistan maçında kimi tutacaksın bakayım sen?” diyor…

“Komutanım ben hep zayıfları tutarım” diyorum…

Günler birbirini kovalıyor, devam ediyor acemilik eğitimimiz…Silah dağıtılıyor biz “fakülte mezunu” acemilere… “Fakülte”de aksi öğretilmediği için olsa gerek, neredeyse herkes silahını arkadaşına doğrultup, “şaka” ‘cıktan vuruyor arkadaşını…”Allah hepimize sabır versin” diye geçiriyorum içimden, okudukça cahilleşenlerin arasına düşmüşüz meğer…Uyarıyorum “Silahları birbirinize doğrultmayın” diye, tersleniyorum bir güzel… Başçavuş’ a anlatıyorum durumu, beni tersleyenlerin isimlerini vermeden…Benim yaptığım uyarıyı bu sefer o yapıyor , analı-avratlı bir kaç “nazik” söz de ekleyince uyarısına, kuzuya dönüyor millet, kimse silah doğrultmuyor artık arkadaşına…

Kısa dönem arkadaşlarımızın şakalaştıkları silah, askerlik muhabbetlerinin olmazsa olmazı; meşhur “G-3″… “Hayat kaydıran, mermisi döne döne giden; girip çıktığı yerde 10cm’lik ölümcül yaralar açan; ya sakat bırakan ya da öldüren” G-3…

Ve askerliğimizi yapmakta olduğumuz yerin Şırnak olduğunu, buraların hiç de tekin yerler olmadığını yüzümüze bir tokat gibi çarpan ilk olay, daha acemilik eğitimimiz bitmeden meydana geliyor…Bir asker ihtiyaç duyulan kan gruplarında kan arıyor bağıra bağıra , helikopterler uçup duruyor tepemizde… Askeri minibüs taranmış Cizre’de, en az 4 ölü ve çok sayıda yaralı var…Bizim Tümen’deki Asker Hastanesi’ne getiriliyor yaralıların bir çoğu…

Askerliklerini Cizre’de tamamlayacak arkadaşlar vardı aramızda…Hepimizden daha tedirgindi onlar…Çoluğu çocuğu olanlar dahi var aralarında…

O gün anladım, askerliğimi yapmakta olduğum yeri kimseye söylememekle ne kadar iyi yaptığımı… Diğerleri, olayı televizyonlardan duyan anne-babalarını rahatlatabilmek için çırpınırken; ben rutin telefon diyaloğumuzu gerçekleştiriyordum ailemle:”Diyarbakır çok güzel, atari koymuşlar buraya atari oynuyoruz, masa tenisi de var, silah vermediler bana, nöbet de tutmayacakmışım hiç, yemekler süper , kütüphanemiz de var, bol bol kitap okuyorum, askerlik maaşı da oldukça iyiymiş buralarda, sivildekinden daha çok para kazanacağım herhalde…”

Sivildekinden daha çok para kazanacağımı söylediğim kısım hariç, hepsi yalan ..:)

Pek çok eğitim atışı yaptık acemilik eğitimi süresince… 100 metrede 3’te 3 vurmuştum bir defasında… Atışlarımız bittikten sonra yanımıza geliyor komutan, isabet ettirdiğimiz atış sayısı kadar omuzumuza vuruyor eliyle, “Aafferiinn” diyerek…Geldi benim de yanıma, verdim tekmilimi…

-Jandarma Er Bedros Istanbul, emret komutanım…

-(Bir ara durakladı komutan, telaffuz edemedi ismimi) Aaafferiinn Bedriiiii…

-Jandarma Er Bedros Komutanım… .

-Aafferiin Bedriiii…

-Jandarma Er Bedros Komutanım… .

-Aafferiin Bedriiii, seninle iyi anlaşacağız Bedriii…

Ben Bedros dedikçe o “Bedri” diyor, her defasında tekrarlanıyor bu; yakıştıramıyor herhalde Bedros ismini benim gibi nişancıya… .

Hızla yaklaşıyor, artık gerçek birer asker(!) olacağımız Yemin Töreni…

Hepimizin ailesine mektuplar gönderiliyormuş meğer, yemin törenine onları da davet etmek için…

Tesadüfen öğreniyorum bunu bir arkadaştan, telaşlanıyorum “Ya bizim eve de yollandıysa çoktan” diye, malum, Diyarbakırlı değil Şırnaklı olduğumuz meydana çıkacak, bir rütbeli bulup anlatıyorum durumu…

Şansım var ki aileme gidecek mektup postalanmamış daha , bulup imha ediyoruz , böylece benim Diyarbakır’daki(!) askerliğim de devam ediyor; bir “adres öğrenilme tehlikesini” daha böylece savuşturmuş oluyoruz…

Dağıtımlar yapılmadan önce, bütün kısa dönemler, son bir kez toplanıyorlar bir tesiste…İstisnasız her kısa dönemin gelmesi gerektiği özellikle belirtiliyor; “her sorunun bir çözümu vardır, sorunlarınızı arkadaşlarınızla paylaşın” yazılı tabelanın önünden geçip, tıkış tıkış doluşuyoruz büyük salona, balık istifi misali….

Bu gecenin -en azından kendini azınlık hisseden herkes için- askerliğimizin en kötu gecelerinden biri olacağının farkında değiliz henüz….

“Dikkaaaaayyyyttt” çekiliyor, komutanlar salondan içeri giriyor…

Herkes hazırol’a geçiyor, (traji)komedi başlıyor…

Klasik “hoşgeldiniz” muhabbetinden sonra, komutanın şerrinden ilk nasibi “Rambo” , daha doğrusu Stallone alıyor…

-Arkadaşlar, aramızda “Rambo”yu seven var mı..? (bir arkadaşımız el kaldırır)

-Sylvester Stallone’un vatan haini olduğunu ve askerlikten kaçtığını biliyor musun sen? O filmlerdeki kahramanlıkların falan hep düzmece olduğundan haberin var mı senin ? -Vallahi ben düzmece olduğunu daha yeni öğreniyordum orada- Söyle bakayım hala seviyor musun Rambo’yu..? (kendi sorusunu kendi yanıtlar)

-Sevmiyorsun artık tabii, neden, neden sevmiyorsun biliyor musun, çünkü biz Türk askeriyiz ve Türk askeri hainleri sevmez arkadaşlar…

Ben Sylvester Stallone’un hainliği ile  “Türk askeri”nin sevmediği hainler arasında nasıl bir bağ olabileceğini anlamaya çalışırken, komutan bir müddet daha devam ediyor “emperyal” Hollywood’un aktörlerine “döşemeye”.. .

Söz hainlikten açılmışken; Rambo’dan, Kurtuluş Savaşı’na geliyoruz, ben anlıyorum başımıza gelecekleri, yaklaşık 700 kısa dönem askerin içindeki üç tane Hay için, işkence başlıyor artık…

Komutan bir “girişiyor” Hay’lara ki sormayın gitsin… “Anamızı” “avradımızı” ağzına almadan iki çift laf etmiyor sağolsun..Ağzına bir doladı mı öyle kolay kolay da bırakmıyor…Çingeneler gibi ülkesiz olduğumuzdan bahsedip, hem Çingeneleri hem Hayları aşağılıyor; yaptığımız katliamları, ırza geçmeleri “güzeeel güzel” anlatıyor… Ne kadar kurnaz olduğumuzdan, ne kadar açgözlü olduğumuzdan, ekmek yediğimiz kaba nasıl da pislediğimizden, hainliğimizden, nankörlüğümüzden bahsediyor sürekli, memleketi ele geçirmek için çoluk çocuk genç yaşlı nasıl da birlik olduğumuzu anlatıyor…

Benim kafa bir kez daha dank ediyor…

Gündem her ne olursa olsun, gündemden bağımsız tek bir gerçek gündem var memlekette , o da “biz”iz…

Anti terör faaliyetinin en yoğun yürütüldüğü bölgelerden birindeyiz, ve 20 dakikalık bir konuşmanın neredeyse 15 dakikası Hay’lara sövmeye ayrılabiliyor… Gurur duydum… (“Gurur duydum” ifadesinden sonra parantez içinde bir ünlem işareti koyacaktım, ama sonra neden bilmem, vazgeçtim… )

Titriyorum sinirden, dik duruşumu korumaya çalışıyorum, beynimde bin tane düşünce dolanıyor; konuşsam mı konuşmasam mı, benim söyleyeceğim bir şey yüzünden diğer Hay arkadaşların başına bir iş gelir mi diye düşünüyorum…

Konuşmaya başlayıp da susamamaktan; başıma, ailemi üzecek bir şeyler getirmekten korkuyorum en çok da….

Üç Hay’dan biri dayanamıyor artık, tuvalete kapanıp ağlıyor 2-3 dakika boyunca hıçkıra hıçkıra …

Gelip omuzumuza dokunuyor kimi arkadaşlarımız dostça, destekleyici sözler söylüyorlar samimiyetle…

Bense öfkeliyim hepsine…

“Ermeni olduğumuzu bildiğiniz halde hiçbiriniz elinizi kaldırıp da iki çift laf etmeye cesaret edemediniz…Durum tam tersi olsaydı; Ermenistan’da olsaydık, siz Ermenistan vatandaşı Türkler olsaydınız ve komutan kalkıp da Türklere sövseydi, ben çıkıp sizi savunurdum” diyorum, “Cesaret edemedik Bedros” diyor biri, başını eğerek…

Aralarından biri kolumu tutuyor, art niyet olmaksızın, Yüzbaşı’nın yanına götürüyor beni…

“Jandarma Er Bedros İstanbul Emret Komutanım”

-Ne..?!

-Bedros komutanım , Jandarma Er Bedros İstanbul Komutanım…

-Söyle oğlum(bu kadar “severse” anamızı, olacağı buydu, oğlu olduk adamın, bundan sonraki gorüşmelerimizde kendisine Baba diyeceğim)

-Diğer arkadaşlar gibi biz de askercilik oynamaya Şırnak’a kadar geldik; “Ermeni dölü dediniz” , “Ana avrat” dediniz , benim çok gücüme gitti, ben Ermeni’yim Komutanım…

(Biz konuşmaya devam ettikçe kalabalıklaşıyor etrafımız)

-Ben Özur diliyorum senden Bedros, bizim Ermeni askerimiz çok oldu burada…

-Komutanım “hainlerden” bahsettiniz; Osmanlı Ermenisi – Çarlık Rusyası Ermenisi ayrımını yapmamız gerekiyor burada , Çarlık Rusyası’nın vatandaşı olan Ermeniler doğal olarak o saflarda savaşmışlardır , Osmanlı İmparatorluğu’nun vatandaşı olup da Osmanlı İmparatorluğu’ na karşı savaşmış olan Ermeni’lerin sayısı taş çatlasa 1000-1500 kişidir…Çanakkale’deki kahramanlıklardan bahsederken sadece Türkleri andınız, halbuki o zaman Osmanlı İmparatorluğu hâlâ hayattaydı ve emperyal kuvvetlere karşı savaşan o orduda imparatorluğun doğal yapısı gereği sadece Türkler değil, pek çok unsur ve pek tabii Ermeniler de vardı…Onlardan hiç bahsetmediniz komutanım…

-Bedros sen Türk vatandaşısın değil mi..?

-Komutanım vatandaş olmasam burada olmazdım…(arkadan biri dürtüyor beni , “lre , lre” diyor.)

-Bedros Ermenistan’da sizi sevmiyorlar, sizi “Ermeni” yerine koymuyorlar biliyorsun…

-Komutanım ben 2001 ‘de Ermenistan’a gitmiştim, öyle bir durum gözlemlemedim, hatta Türkiye’den geldiğimi öğrenince daha bir sıcak davrandıklarını söyleyebilirim. Ermenilerin %99’u Anadolu kökenlidir, hem zaten Ermenistan Parlamentosu’ nun yarısından fazlası Muşlu’dur komutanım… (o zaman öyleydi)

-Diaspora Türk düşmanlığı yapıyor Bedros…

-Komutanım “Türk düşmanlığı” ifadesi diasporanın sadece küçük bir kısmı icin geçerli olabilir, diasporanın o kısmına karşı belki de en etkili olabilecek vatandaşımız olan Hrant Dink’i ise biz öldürdük burada…

Bir iki saniye süren bir sessizlikten sonra, bizim kısa dönemlerden biri dayanamıyor artık ve koyuyor lafı gediğine…

-Komutanım siz bundan niye özür dilediniz..? Geldiği ilk günden beri “soykırım da soykırım” diye konuşup duruyor bu şerefsiz…

Birbuçukmilyon puanlık “Bedros söyle bakalım şimdi, soykırım mı değil mi?” sorusunu sormadı komutan, sormasından korktuğumu itiraf etmeliyim; sorsaydı geri adım atmayacaktım; kendime yediremezdim bunu…

O gün yaklaşık 7-8 kişilik bir arkadaş grubu sürekli benimleydi, bir tatsızlık ihtimaline karşı… Arkamdan atıp tutanlar, sövenler çok olmuş…

Askerde bazı günler olaylı geçti biraz, ama hep rahat uyudum geceleri…

Hay arkadaşlarımızdan biri , “önemli evrak” götürüp getirme işi yapıyordu, arı gibi çalışıyordu, görevinden alındı ismi yüzünden; sebebini sordu, “soru sorma” dediler…

Güvenilemezdi ona, potansiyel vatan hainiydi çünkü…Çaycı oldu bu arkadaşımız , hainlik yapılabilecek bir potansiyel göremediler herhalde çaycılıkta…

Şaşırmıştı görevinden alınmasına biraz, anlam veremiyordu; ben de görevinden alınmasına şaşırmasına anlam veremiyordum…

Askerde yapmadığım iş kalmadı; yaptığım her işi de hakkıyla yaptım; hatta abarttığımı söyleyenler, “Vatanı sen mi kurtaracaksın” diyenler dahi oldu…

Koğuşlardan sorumluydum; koğuşu herkesin saatinde boşaltmasından da sorumludur koğuş sorumlusu…

Daha önceki bir “1915” tartışmasından bana kafayi takmış olan bir “arkadaş”, kalkması gereken saatte kalkmayınca, birbirimize girmeye kadar gitti işin sonu…Araya girdiler arkadaşlarımız, ayırdılar bizi, bizim uykucu bağırıyor bana deli gibi, “lan vatan haini, vatan hainisin sen, acemilikten beri şov yapıp duruyorsun soykırımdır diye, kafanı kopartırım senin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kurtaramaz seni buralarda”…

Benim can-ciğer arkadaşlar olayın haberini uçurmuşlar bölük astsubayına hemen…

Hepimizi topladı Astsubay gazinoya… 50- 60 kişi varız…

Çocuk şikayet ediyor beni komutana, “Kafama su şişesi fırlattı, yatağıma vurdu” diyor, anaokulu çocukları misali…

-Bedros sen bunları yaptın mı..?

-Yaptım komutanım…

-Neden yaptın?

-Saat 06:10’da boşaltmış olması gerekiyordu koğuşu, saat 07:00 olmasına rağmen hala yataktaydı, kalkmasını söylediğimde ise tersledi komutanım…

-Bedros, şimdiye kadar sana Ermeniliğinle ilgili olarak herhangi bir hakarette bulunuldu mu?

-Hayır komutanım…

-Ben niye öyle hissediyorum o zaman…?

-Komutanım benim burada kimseyle öyle bir sorunum olmadı, bütün arkadaşlarımız çok iyi, beni çok seviyorlar burada…

(parmağını bana sallayarak)

-Bedros, sözde Ermeni Soykırımı ile ilgili konuştuklarına, oturup kalkmana dikkat edeceksin…

-Emredersiniz komutanım…

Arkadaşlarım çok kızdılar bana, çok söylendiler “Sana vatan haini dendiğini niye söylemedin?” diye…

Kimseyi ispiyonlamamıştım bugüne kadar , “vatan hainliğim” de bunu değiştirecek değildi…

Bir komutan “Barbaros” demişti bana bir keresinde… .

“Jandarma Er Bedros Komutanım” diye ismimi belirtince de, “olsun, Barbaros ismini daha çok seviyorum ben” diye diretmişti…

“Komutanım Ankara’nın doğusunda bir tane Bedros var, onu da Barbaros yapmayalım” demiştim ben de…

“Bedros”u “Bedri” ya da “Barbaros” yapma hevesini hiç anlayamadım…

“Bedros” Bedri olsa; beş yaşındaki çocuklar belediyelerin açtıkları çukurlarda ölmekten vazgeçerler miydi , hayat standardımız birazcık daha yükselir miydi, bazi “kanun” adamları Birgün Gazetesi okuyor diye gencecik kızları İstanbul’un orta yerinde karakola götürüp taciz etmeyi bırakırlar mıydı, bazı vatandaşlarımızı su damacanalarına tecavüz ettirecek kadar “tabu” olmaktan çıkar mıydı cinsellik?

Her ana-baba çocuğuna istediği oyuncakları alabilecek kadar zenginleşebilir miydi?

Her evde bir kütüphane olur muydu?

Maaşlarını, ödediğimiz vergilerle bizim vermekte olduğumuz insanlar; bize kendi paramızla vatandaşlık öğretmekten vazgeçerler miydi?

“Bedros”un “Barbaros” olması, acaba; Türkiye’de yaşayan bir Türk’ü , Yunanistan’da yaşayan bir Türk’ten daha iyi yaşatmaya yeter miydi?

Yüksek rütbeli bir askerden okkalı bir fırça yemiştim bir keresinde, defalarca tekmil vermeme rağmen anlamamıştı ismimi…

Sormuştu “Kürt müsün lan yoksa sen?” diye…

“Hayır Ermeni’yim Komutanım” demiştim, gözleri seğirmişti.. .

Onun maaşını da biz veriyorduk, o da vatandaşlık öğretiyordu bize…

Başrolünde yine Hay’ların olduğu, askerliğini yapan hemen hemen her şanslı vatandaşın izleme olanağı bulduğu o meşhur “belgesel”i izleyeceğimiz gün de gelip çatmıştı sonunda…Bütün bölüğü topladılar er gazinosuna, neymiş , “vcd” seyredecekmişiz…Kurukafalar, alevler eşliğinde koskocaman bir “Sözde Ermeni Soykırımı ve Emperyalist Yalanlar” başlığını görünce; bağırıyorum “Hah , ben de ne zamandır bunu bekliyordum vallahi” diye ; arkadaşların bir kısmı kahkahalarla gülerken, bir kısmı da ters ters bakıyor bana… Can arkadaşlarımdan biri devreye giriyor, nöbetçi çavuşun kulağına birşeyler fısıldıyor, onun sayesinde düzmece bir nöbet yazılıyor bana, saat 14:00-16:00 nöbetine gönderiliyorum apar topar ve “vcd” işkencesinden kurtuluyorum böylelikle…

Söz konusu arkadaşım Malatyalıydı, müzisyenlik vardı onda da, bağlama çalıyordu , Alevi’ydi…

“Ben gusül abdesti almayan adama Müslüman mı derim arkadaş, Alevi’lerden de Müslüman mı olurmuş” diye bağırdığını duymuştuk bir erin bir keresinde, gülüp geçmişti…

Ertesi günkü eğitim sırasında, yere düştüğü yetmiyormuş gibi komutandan da iyi bir fırça yeyince; “Gusül abdesti almayanların sonu işte böyle olur oğlum, oh olsun sana” demiştim de, gülmüştük katıla katıla…

İslam dünyasının Ararat’ı; Cudi Dağı manzaralı askerliğimin yazmaya en değer anıları bunlar…

Uzun ve dağınık bir yazı oldu; ayırdıkları zaman için, okuyan herkese teşekkür ederim…

Jandarma Er Bedros,

İstanbul”

19 Responses to ““Gayrimüslim Mehmetçikler”den Jandarma Er Bedros anlatıyor”

  1. Derslerle dolu bir yazı. Kanında ırkçılık olmayanların beğenmesi kaçınılmaz.

  2. Yasalarda zorunlu olan bu adı batasıca askerliği ben Artvinde yaptım. Bilenler bilir , Artvinin birçok bölgesinde yıkık harab kiliseler halen mevcuttur. Berta isimli bir dağ köyünde 9 ay bende askercilik oynadım. Bir gün nöbet tutarken yanıma gelen astsubay nöbet tuttuğumuz yerin karşısındaki kiliseyi göstererek ” ne kadar akıllıyız bak kilisenin çatısına minare geçirmiş cami olarak kullanıyoruz ” dedi ve gülümsedi. Şaka ile karışık kilise mimarisi ve ermeniler ile ilgili konularda peşi sıra açıldı. Konu döndü dolaştı ve ermeni soykırımına geldi. Bana bu yalana inanıp inanmadığımı sordu; Ben bunun yalan olmadığını böyle bir soykırımın olduğunu söyledim. Komutan ise ısrarla bunun emperyalistlerin yalanı olduğunu savundu ve benden , katliam olduğuna dair birtane belge kaynak vs istedi. Nöbet tuttuğumuz yer nahiyenin hemen üstünde yolun kenarında bir yerdi ve köylüler sürekli bu yolu kullanırlardı . Bastonuyla o berta yokuşunu çıkmaya çalışan yaşlı amcaya seslendim ve durdurdum. Komutana asıl kaynak konuşan insandır inanmamazlık etmessin herhalde dedim güldü ve sor bakalım dedi. Sordum , Ne oldu burada yaşayan ermenilere dediğimde amca biraz tedirgin ve titreyen sesi ile ”Merkezdeki köprüyü bilirmisin” dedi bana , bende evet bilirim dedim. Sonrasında ” bunları köprüden kesip atmışız, sağ olanlarıda aşağıda derede ölmeyenleri boğmuşuz oğlum ” dedi. Sen dedim ” ben çocuktum babam böyle anlattı bize ” dedi. Komutana döndüğümde gülümseyerek bana şöyle dedi ” Biz bunun uluslar arası bir platformda kabul edersek toprak vermek zorundayız erdoğan, şimdi anladınmı ” dedi bende gülerek gülmenin sebebi bu gerçeği şimdiye kadar saklamak mıydı yoksa şuandan itibaren sakayamamak mıydı dediğimde güldü yine birşey demedi.

  3. 6-7 eylül olaylarında rum komşularını evinde saklamış onurlu bir dedenin torunu olarak askerde bu kişilere bu şekilde davranılmasına karşı çıkardım.Ben eğer Türksem ve ismi Türkiye olan bir yerde yaşıyorsam azınlık olan bu vatandaşlara saygı duyma,ayırımcılık yapmama,kendilerini güvende ve huzurda hissetmelerini sağlamak benim en temel vazifemdir,ONUN İÇİN BEN TÜRK VİCDANİ RETÇİYİM.
    Kadiköylü retçi.

  4. Sen ve senin gibi düşünen Ermeni ‘kardeşlerimiz’ den gurur duyuyorum. 2000 ya da 2001 yılı yanlış hatırlamıyorsam, irc olayının yaygın olduğu dönemlerde bir kızla taıştım yazışmalar messenger sohbetlerı ve yeni yeni yaygınlaşmaya başlayan web kameraları, aşık olmuştu bana. komik gelecek ama sanal alemde bu hedeler meşhurdu, ankaradan birisi eskişehirden birine aşık olur buluşurlar ya da bursadan bir arkadaşım başka bir şehirden birine aşık olur buluşurlardı falan. bu konuştuğum kız da bana ermeni olduğunu çok zaman sonra söylemişti, çok şaşırmıştım neden ilk başalrda söylemedi anlatmadı diye. kendisine bu durumu sorduğumda ondan vazgeçeceğimi düşünmüş ve bu sebepten dolayı bana ermeni olduğunu çok sonra söylemişti. fakat onun ermeni olması aramızda geçen (sanal da olsa) aşkı öldürmemişti ve biz konuşurduk sık sık kamera açardık birbirimize. ve ona ermeni olduğunu neden insanlardan sakladın sorusunu sormuştumi aldığım cevap senin askerde başına gelenlerden farksızdı. okul ortamındaki arkadaş çevresi ve ırkçı düşünceye sahip olan cahil milliyetçilerdi.

    yazını baştan sonuna kadar okudum çok etkilendim, ve seni tebrik ediyorum sen ve senin gibi düşünen diğer ‘ermeni’ kardeşlerimi.

  5. bu dünyadaki hiç bir gaddarlık tüm insanların kalplerinde yazılı olan kareş olduğumuz gerçeğini değiştiremez. Hepimiz yaradanın çocuklarıyız, birbirimizi sevmek ruhumuzun tabii halidir, buna aykırı olan her söz ve davranışımız ise hastalıklı olmaktır…

    bir insan

  6. Ne de güzel tek taraflı yorumlamışsınız!

  7. yazı güzel olmuş, bu konuda yazılmış ilk örnek belki de. ama benim beklediğim daha objektif bir gözle yazılmasıydı açıkçası. sürekli suçladığımız karşı taraf karşısında, empati de kurmak gerekir gerektiğinde kendi toplumunun hatalarını kabul etmek de. örneğin yazısında da örneklediğinden yola çıkarsak, hepimiz biliyoruz ki ermenistan ordusunda türk olamaz, olsa da çok daha berbat bir muameleye maruz kalır. orada türk olarak bulunmayı deneyemedin belki ama türk olmanın ne gibi bir zorluk olduğunu en azından gözlemleyebilirdin.halbukiaynı mantıkla sorduğumuz zaman şu an ermenistan olan topraklarda seneler önce ermeniler çoğunlukta mıydı diye cevabı hepimiz biliyoruz sanırım. demek istediğim, iki tarafın da hatalarını eleştirdiğimiz zaman gerçekten doğru şeyi yapmış oluruz.

  8. iyi hikaye. nobel alır.

  9. Süper yazi!!!! Almanyadan (yani Diaspora’dan 😉 bu güzel yazina cok tesekkürler!!!

  10. bedros barbaros olsa beş yaşındaki çocuklar belediyenin açtığı çukara düşerek ölmezdiyle babaşlayan ajitasyonlar ve farkında olmadan türkleden gördüğü tek iyiliğin bi alevi tarafından yapılmış olduğunu özellikle vurgulaması müslümanlara karşı bi önyargısı olduüunu gösteriyor bence bunların haricinde zevkle okuduğum oldukça güzel bi yazıydı.

  11. Vakit kim kimi öldürdü? kim kime ne yaptıdan çok şu an dostluk birlik beraberlik için ne yapabilirizin zeminini aramak vaktidir diye düşünüyorum. Sonuç olarak Ermeni halkı da mükemmel hayat standartlarına sahip bir halk değil,Türk halkı da beklenen refah seviyesine ulaşamamıştır. Devlet yönetimine gelen hükümetlerin tutumları farklılaşabilir önem arz eden halklar arasında kin barındırmamak. Şuna da değinmek gerek bu işi belgeler arşivler açılsın gibi saçma yaklaşımlarla çözeceğini sananlar aldanır.Açılacak arşivi belgeyi inceleyecek ve bir kanıya varacak objektif kurum kim olacaktır? böyle bir yerin var olduğunu sanmıyorum.Bu yüzden ileriye hep ileriye bakmalıyız.Hümanist yaklaşımlar sergilemeliyiz.Birbirimize saygılı davranmalıyız.

  12. Anlayamadığım bir nokta var ruslar ile almanlar polonyalılar ile almanlar,almanlar ile ruslar,amerikalılar ile japonlar, nasıl barışabiliyorda yunanlılar,ermeniler,türkler hala devam ediyor anlaşılır gibi değil birde birbirlerine daha yakın kültürler.

  13. gülüyorum sadece, tamamı ama tamamı yalan bir yazı daha, güzel yazmışsın ama hepsinin yalan olduğu çok belli be “hay” =)

  14. Bedros ben 60 yaşındayım,Beyoğlu’nda büyüdüm.Çocukluk arkadaşlarımın çoğu Rum ve Ermeni idi.Akşamları ya Madam Eleni’nin evinde yada Vahan Amcanın terzi dükkanında buluşurduk.Aramızda hiç bir şekilde Türk, Ermeni veya Rum ayırımı olamazdı hepimiz kardeş gibiydik.Hatta ucundan da olsa Rumca ve Ermenice özellikle küfürleri iyi bilirdik.Hatta o küfürlere karşı bizde Türkçe karşılıklarını …Rum arkadaşlara Tikanis kalaysi,papazın götünü yalaysi,Ermeni arkadaşlara da van,tu,tri,for arabacı Kirkor ben ölürsem sana kim kor gibi tekerlemeler uydurmuştuk
    İlk kız arkadaşım Zağik’i hala unutamıyorum.
    Ah be Bedros biraz fazla sallıyorsun gibime geliyor,Biz de askerlik yaptık, ben de askerliğimi 1981 de kısa devre olarak 4 ay,Antalya’da yaptım aynı bölükte en iyi arkadaşım Kastamonu’lu Artin Gültop idi(Mutafçılar Çarşısı-Kastamonu No.42) eğer hala oradaysa Allah selamet versin.Hadi desen ki Yunanlılara sayıp sövüyorlar biraz su kaldırır diyeceğim ama,ben şimdiye kadar askerlikte Ermenilere karşı bu tür bir yaklaşımı ne duydum ne de gördüm.Hadi Azeri Ordusu olsa tamam be kardeşim diyeceğim.Sen Haystana da gitmişsin orada biraz beynini yıkamışlar senin galiba azıcık Dacik düşmanı olmuşsun be Ahparik.Fazla abartmışşsın Bedros.Sana yardım eden Malatya’lı arkadaşın da Aleviymiş,genelikkle böyle olur ,aynen masallarda ki tesadüfler misali,iyiki Süryani veya Yezidi olmamış bu arkadaş!!
    Neyse Jandarma Er Bedros, askerlik bitti kazasız belasız evine döndün umarım.

  15. Eski aktör Kenan PARS(Kirkor Cezveciyan) anlatıyor

    Siz nasıl Kelime-i Şahadet getirmeyi öğrendiniz peki?
    Ben askerliğimi Balıkesir’de yaptım. Ali adında bir subayın emir eriydim. Gayrimüslim olduğum için elime silah yerine kazma kürek verdiler. Akhisar-Sındırgı yolunun yapımında benim de emeğim büyüktür. Askerliğimin ilk günü, Ali Bey’in evinin kapısını çaldım. Eşi açtı. Bana çok çirkin göründü. Kadın, bana “Oğlum, bana günde iki kova su getir. Ama suyu bahçe tuvaletinin yanına dökmeden koyacaksın. Sen İstanbul çocuğusun” dedi. Diğer Ermeni asıllı gençler, marangozhanede çalışıyorlardı ve beni çekemiyorlardı. Birtakım iftiralarla oradan göndermek istiyorlardı. Çünkü içlerinde en adama benzeyeni bendim. Bir gün subayın eşi şöyle dedi: “Sizin de paskalyanız yaklaşıyor. Neler yaparsınız bayramınızda? Kırmızı yumurta, piyaz, uskumru dolması mutlaka yaparsınız” Tedirginlikle kadını dinledim. Paskalya geldi çattı. Ailemden uzaktaydım ve onları özlüyordum. Ali Subay bana, “Gel, bir aile yemeği yiyelim” dedi. Ben de gittim. Masa hazır. Kırmızı yumurtadan uskumru dolmasına kadar her şey masada vardı. Tüylerim ürperdi. Gözyaşlarımı tutamadım. Anladım ki o güne yani 20 yaşına kadar hep ters düşüncelerle büyümüşüm. O gün bambaşka biri oldum. Bir Müslüman, bayramımızı biliyor ve bayramımı kutluyordu. Ben de Müslüman olmasam da İslam dini adına bir şeyler yapmam gerektiğine karar verdim ve kulaktan dolma olarak duyduğum Kelime-i Şahadet’i öğrenmek istedim. Eski film şirketi sahibi Osman Seden, bana Kelime-i Şahadet getirtti. (Devamını http://www.ereren.org Ermeni Araştırmaları Enstitüsü sitesinde okuyabilirsiniz.

  16. Maalesef o lanet askerliği bende İstanbulda yaptım.

    Değişen bir tavır, hal, anlayış veya tahammülsüzlük yok!

    Herşey aynı hikmetsizlikle devam ediyor.

    Çocuğum olursa göndermeyeceğim kesin…

  17. Periyodik olarak bedelli askerliğin çıktığı bir ülkede büyük bir hevesle askere gitmene şaşırdım.bir Sünni Türk olarak ben bile bu kadar istekli değildim.Seni takdir ettim ama sonuçta atalarınızın Türk ve Kürt’leri katlettiğiniz gerçeğini değiştirmez.Bize şirin gözükmek için bu kadar eziyete değer miydi?

  18. Kenan Pars’in Kelime-i Şahadet getirmis oldugunu one suren “dacik” kod isimli forum misafiri bir link eklemis, ancak link acilimiyor. Yazinin aslini Tercuman gazetesinin 2007 yili eklerinden birinde buldum. Asli soyle ….

    Yılların sinema oyuncusu 87 yaşındaki Kenan Pars, “Kirkor Cezveciyan, kimliğimde kaldı. .

    O’nu 1950’lerde Türk sineması siyah-beyazlığından kurtulamamışken tanıdık. Filmlerde ya başroldeki kızı büyük bir hırsla sevgilisinden ayıran zengin bir işadamını ya da Bizanslı bir komutanı canlandırıyordu. Evet, 500’ün üzerinde filmin çoğunda karakter oyuncusu olarak karşımıza çıkan Kenan Pars, bugün 87 yaşında. “Teklif gelse film setine parende atarak giderim” diyecek kadar oyunculuğunu seven Ermeni asıllı oyuncu Pars, “Türk müsünüz?” sorusuna bile sinirleniyor. Asıl adı Kirkor Cezveciyan olan sanatçı, “O isim sadece kimlikte kaldı. Ben orta yaştakilerin bile benim filmlerimle büyüdüğü, Kenan Pars’ım” diyor. Evinde 80 Atatürk fotoğrafı bulunduğunu söyleyen Pars, 83 yılını geçirdiği Bakırköy’de boncuklarla besmele işlemesi yapıyor ve sergi açmayı planlıyor.

    Boncuk işlemeleriniz ne güzel! Ama bir çelişki var. Besmeleyi tabloya işliyorsunuz. Ama sizin asıl adınız Kirkor Cezveciyan değil mi?

    Öncelikle işlemeleri beğendiğine sevindim. İslamiyet’i tanıyorum. Kirkor Cezveciyan, sadece kimliğimdeki adım. Kullanmıyorum. Ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Kenan Pars’ım. Üsküdar’da doğdum. Zonguldak’ta bir buçuk yıl kaldıktan sonra ailemle İstanbul’a döndük. 83 yıllık Bakırköylü’yüm.

    O halde size “Türk müsünüz?” diye sormayayım.

    Yapma gözünü seveyim. Şöyle anlatayım, dünyada kozmopolit üç ülke var: ABD, Rusya ve Türkiye. Amerika’daki halk, Amerikan. Ama doğma büyüme değil. Yahudisi’nden, İspanyolu’ndan, İngilizinden her milletten halk var. Rusya da öyle. Türkiye’de de Laz, Çerkez, Arap var. Ama asla ülkemiz Amerika ve Rusya gibi olmadı. Hepimiz kaynaştık. Şu anektodu çok severim: Atatürk’e bir gün suikast hazırlığı yapılıyor. Yapanlar yakalanıyor. Paşa, yaverlerine “Ermeni var mı içlerinde” diye soruyor. “Hayır” cevabını alınca “Boş ver o zaman” diyor. Şu anda Türkiye’de yaşayan Ermenilerin hiçbiri “Ben Ermeni’yim” demez. Çünkü her birinin bu topraklarda geçmişi var. Soruyorum sana Türkiye’de doğan bir Ermeni’ye bileklerini kessen ne akar diye sorsam ne cevabı verir?

    Cevabı ne olur?

    Beyaz fasulye, pirinç, leblebi, enginar, salatalık, kara lahana akar der. Türkiye’de doğan, Türkiye Cumhuriyeti nüfus cüzdanını taşıyan, bir Türk gibi yaşayan bir adama ne denir? Ben bir Türk’üm. Türk olmanın anlamını hissediyorsan sen de bir Türk’sün.

    Dininizi değiştirdiniz mi efendim?

    Hayır. Ben 25 yıl kilisede okudum. Annem vefat ettikten sonra kiliseye gitmedim. Dualar bana dokunuyordu. Kiliseyi rahatsız ettim. Babam, ağabeyim, ablam öldü. Kiliseye gitmedim. Ama dinimi değiştirmedim. Eşim, Konyalı Ermeni asıllı bir Türk. Narin ve Linda iken Çiğdem ismini alan iki kızımız oldu. Kızlarımdan biri, Aktör Ayhan Işık’ın ablasının oğlu olan bir Müslüman’la evlendi.

    Siz nasıl Kelime-i Şahadet getirmeyi öğrendiniz peki?

    Ben askerliğimi Balıkesir’de yaptım. Ali adında bir subayın emiriydim. Gayrimüslim olduğum için elime silah yerine kazma kürek verdiler. Akhisar-Sındırgı yolunun yapımında benim de emeğim büyüktür. Askerliğimin ilk günü, Ali Bey’in evinin kapısını çaldım. Eşi açtı. Bana çok çirkin göründü. Kadın, bana “Oğlum, bana günde iki kova su getir. Ama suyu bahçe tuvaletinin yanına dökmeden koyacaksın. Sen İstanbul çocuğusun” dedi. Diğer Ermeni asıllı gençler, marangozhanede çalışıyorlardı ve beni çekemiyorlardı. Birtakım iftiralarla oradan göndermek istiyorlardı. Çünkü içlerinde en adama benzeyeni bendim. Bir gün subayın eşi şöyle dedi: “Sizin de paskalyanız yaklaşıyor. Neler yaparsınız bayramınızda? Kırmızı yumurta, piyaz, uskumru dolması mutlaka yaparsınız” Tedirginlikle kadını dinledim. Paskalya geldi çattı. Ailemden uzaktaydım ve onları özlüyordum. Ali Subay bana, “Gel, bir aile yemeği yiyelim” dedi. Ben de gittim. Masa hazır. Kırmızı yumurtadan uskumru dolmasına kadar her şey masada vardı. Tüylerim ürperdi. Gözyaşlarımı tutamadım. Anladım ki o güne yani 20 yaşına kadar hep ters düşüncelerle büyümüşüm. O gün bambaşka biri oldum. Bir Müslüman, bayramını biliyor ve bayramımı kutluyordu. Ben de Müslüman olmasam da İslam dini adına bir şeyler yapmam gerektiğine karar verdim ve kulaktan dolma olarak duyduğum Kelime-i Şahadet’i öğrenmek istedim.

    Hıristiyansınız ama İslam dinine de önem veriyorsunuz.

    Evet. İslamiyet’i öğrenmeye çalıştım. Mezarımdaki tabelada bundan sonra ha Müslüman, ha Hıristiyan yazsın benim için hiçbir şey fark etmez.

    Son dönemlerdeki yine çomak sokulmaya çalışılan Türk-Ermeni ilişkileri konusundaki yorumlarınız?

    Bu çok uzun bir hikâye. Benim için Türk, Ermeni, Arnavut, Çekoslovak yok. Benim için Türkiye var. Ben bu ülkenin baş tacıyım. Bu ülke beni bu noktaya getirdi. Nereye gidersem Kenan Pars’ım. Tüm Anadolu’yu gezdim. Her yerde iltifat, saygı gördüm.

Trackbacks

Leave a comment