Popüler Tarihçiliğin Yeni Türü: Tarihî Romanlar

by Azad Alik

Rıfat N. Bali

Türk fikir ve yayın âleminin son on ila onbeş yılında en sıkça rastlanan konulardan biri gayrimüslim azınlıklardır. Gayrimüslim azınlıklar artık, aşırılıkların esiri olmuş yazarlar dışında, genellikle olumlu bir şekilde algılanmakta. Ancak bu “olumlu” algılamanın Osmanlı döneminin bir entelektüel mirası olduğunu ve de azınlıklara “himaye edilmeye muhtaç, türünün son örnekleri” cinsinden acıma ile pozitif ayırımcılığın harmanlandığı bir bakış açısı ile malûl olduğunu unutmamak lazım. Azınlıkların artık Türk kültür ve fikir âleminde ya birer aktör, ya birer figüran olarak yer almaları edebiyat alanına da sirayet etmiş durumda.

Edebiyat Âleminde Azınlıklar

 Son on, onbeş yılda yayınlanan roman ve hikâyelere bakıldığında iki şey göze çarpmakta: (a) o tarihe kadar varlıkları hissedilmeyen gayrimüslim yazarların ortaya çıkışı (örneğin Mario Levi, Markar Esayan, Jaklin Çelik, Mıgırdiç Margosyan, Karin Karakaşlı, Stella Acıman), (b) yayınlanan romanların önemli bir kesiminde kahramanların gayrimüslim (çoğunlukla Ermeni) olmaları. Artık romanlarda azınlık karakterlerine yer vermek siyaseten doğruluk açısından neredeyse olmazsa olmaz bir şart haline gelmiş durumda[1] . Azınlık kahramanları arasında Ermenilerin ağırlıklı olmasının nedeni ise 1915 kıyımı ve bu kıyımın bir soykırım olduğunun Devlet tarafından kabul edilmemesi nedeniyle halen çözüme kavuşmamış bir Ermeni meselesinin mevcudiyetinin devam etmesidir.

Ermenilerden sonra romanlarda sıklıkla yer alan kahramanlar Yahudilerdir. Bunun nedeni ise son on yıl zarfında Türk Yahudileri hakkında yayınlanmış araştırmaların çokluğudur. Bu araştırmaların su yüzüne çıkardığı ve kısa zamanda popülerleşen iki konudan ilki 1933 yılında Nazilerin Yahudi aleyhtarı siyaseti nedeniyle Almanya’yı terk etme zorunda kalan ve bir kesimi Türkiye’ye göç eden ve Türk üniversitelerinde görev alan Alman Yahudisi bilim adamları, ikincisi ise taşıdığı 768 Romen yahudisi mültecilerin Filistin’e giriş izinleri olmadığından 73 gün boyunca yolcuları ile birlikte enterne olduğu Marmara denizinden Köstence’ye geri yollanan Struma gemisinin bir Sovyet denizaltısı tarafından batırılması ve 768 mülteciden sadece tek bir kişinin kurtulmuş olması.

Serenad Romanı

Zülfü Livaneli’nin Şubat ayında yayınlanan ve yaklaşık 50.000 nüsha satan Serenad romanının hangi saikler ile yazıldığını anlamak için yukarıda kısaca özetlenen arka planın hatırlanması gereklidir. Livaneli’nin romanında yukarıdaki arka planda özetlenen öğelerin tamamı mevcut: (a) [2] tehcirden kurtulmuş ve Ermeni olduğunu gizlemiş büyük anne, (b) Struma gemisi ve (c) İstanbul’a gelen Alman Yahudisi bilim adamları. Serenad romanında bu temaların ve karakterlerin yer almaları entelektüel âlemin içinde bulunduğu durum dikkate alındığı takdirde gayet doğal. Doğal olmayan durum ise Livaneli’nin romanında anlattığı konuların daha önce bilinmediğini iddia etmesi ve kendisi ile mülakatta bulunan gazetecilerin de bu yersiz iddiaları olumlamaları.

Örneğin Livaneli Vatan gazetesi muhabiri Ayşe Aydın ile yaptığı mülakatta Struma gemisi faciası için “Struma konusunda daha çok kaynak var ama resmî değil. Dışişleri Bakanlığı’nın arşivleri bu konuyu araştırmaya kapalı. Aslında İngiltere’de de kapalı” demekte, gazete muhabiri de “Struma’yı kitabınızdan öğrendim” diye cevap verebilmekte.[1] Livaneli Taraf gazetesi muhabiri Sibel Oral ile yaptığı mülakatta da aynı görüşünü tekrarlamakta ve de şunu ilave etmekte: “Britanya’daki Royal War Museum’da bütün savaş dokümanları vardır, girin Struma yazın hiçbir şey çıkmaz. Britanya’da parlamento kayıtları gizlenemediği için ben konuyu daha çok oradan çalıştım.”[2] Livaneli’nin bu beyanatları yanlış zira Struma ile ilgili belgelerin aranacağı yer Britanya Milli Arşivleri’dir ve bu arşivde Struma ile ilgili çok sayıda belge mevcuttur.

Livaneli, Taraf gazetesi muhabiri Sibel Oral’ın “romanlarda okura tarih bilinci gereksinimi uyandırmanın önemi nedir sizce? Roman bozulmuş bir toplumda gerçek değerlerin araştırılması mıdır sizce de?” sualine de “tamamen doğru. Roman yoluyla gerçeğe ulaşmak çok önemli” cevabını vermekte. Bu beyanatından anlaşılan şu: Livaneli’ye göre Türk toplumu tarihini ve geçmişini roman ve hikâyeler vasıtasıyla öğrenecektir. Livaneli bu görüşünü Nazım Hikmet, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Sabahattin Ali’yi örnek göstererek ve “[bu yazarlar] bu ülkenin gerçeklerini yazdılar” diyerek desteklemekte. Ancak bu mahzurlu bir görüş. Bu görüşün bir sonraki adımı popüler kültür ürünlerinin de topluma tarih bilinci ve bilgisi yerleştirdiğine inanmaktır. Pekâlâ, televizyonlarda gösterilen tarihî konuları içeren dizilerin, tartışma programlarının, gazetelerin Pazar günkü nüshalarında “tarih” konusunu işleyen ve toplumda “tarihçi” olarak kabul gören gazetecilerin topluma bir tarih bilinci verdiği iddia edilebilir. Ancak bu iddianın gerçeklik payı olmaz zira bu tür vasatlar ve edebî ürünlerle “tarih” öğrenilemez sadece “tarih”e ufak bir merak ve ilgi uyandırılır. “Tarih” konusunun geniş kitlelerde merak uyandırması açısından popüler kültür ürünlerinin ve edebî eserlerin önemli birer vasat oldukları gerçek. Ancak Livaneli’nin iddiası ise hem abartılı, hem de “tarih” alanında uğraş verenleri dışlayan ve önemsizleştiren, kendisini yücelten bir görüş.

Sonuç

Serenad romanının piyasa şartları ve okur tercihleri göz önünde bulundurularak yazıldığını tahmin etmek herhalde yanlış olmaz. Dahası Livaneli’nin iddia ettiği gibi “1933 yılında Türkiye’ye sığınan Alman Yahudisi bilim adamları”nı konu eden ilk yazar kendisi değil. Taraf gazetesinin Telesiyej rumuzlu yazarı, Dehen Altıner’in 2007 yılında yayınladığı Sevgili Üniversite romanı ile Serenad arasındaki çarpıcı benzerliklere dikkati çekmekte.[3] Zülfü Livaneli’nin eşi ve kızının kurucusu olduğu Interfilm Medya ve Eğlence Şirketi’nin 1990 yılında hazırladığı Boğaziçi’ne Sığınanlar belgesel filminde de Alman Yahudi bilim adamları konusu işlenmişti. Aynı şirketin web sayfasında ilan edilen üç müstakbel film projesinden biri gene Struma gemisi ile ilgili.[4] Anlaşılan “Alman Yahudisi bilim adamları” ve Struma Livaneli için işlenmesi bereketli birer konu olmaya devam edecek.


[1] Ayşe Aydın, “Türkiye’de Osmanlı Hanedanı üyeleri dışında, kimse geçmişini bilmez!”, Vatan, 13 Mart 2011.

[2] Sibel Oral, “Türkiye Bir Sırlar Ülkesi”, Taraf, 20 Mart 2011.

[3] Telesiyej, “Dehen Altıner’in Sevgili Üniversitesi ve Livaneli’nin Serenad’ı!”, Taraf, 22 Mart 2011.


Leave a comment