Serra Hakyemez ve Önder Çelik
Siyasi operasyonların hedef aldığı kitle dalga dalga genişledikçe köşe yazarları, akademisyenler ve üniversite öğrencileri tutuklamaların ve yargılamaların ne kadar hukuk dışı ve gülünç olduğunu vurgulayan eylemler düzenlemeye başladı. Her gün bir başka eylemle AKP hükümeti karşısında daha da güçlenen bir toplumsal muhalefet ve aktivizm ortaya çıkıyor. Örneğin, son aylarda birçok imza kampanyası düzenlendi, sosyal medyada eylemsellik ağları kuruldu, akademisyen ve köşe yazarları liberal-sol eğilimli gazetelerde terörle mücadele adı altında gerçekleşen yargısal katliamları teşhir etmeye başladı. Ama gelin bir anlığına bu canlı ve aktif muhalefetin verdiği heyecanı bir kenara bırakıp bu muhalefetin “tercümanlarının” siyasi davalarla ne formlarda eklemlendiklerine bakalım. Esasen solun geniş yelpazesi içinde yer alan ve bu yazıda “liberal” olarak tasnif ettiğimiz entellektüeller, siyasi davalara tepki verirken kullandıkları söylemsel pratikler düzleminde birbirlerine benzeşiyorlar. Burada liberalizmden kastımızın ekonomik liberalizmden ziyade, siyasi bir doktrin olarak devletin egaliteryan bir yapı dahilinde bireyin özgürlüğünü temin etmekle yükümlü olduğu bir düzenin savunulduğu liberalizm olduğunu belirtmeliyiz (bakınız Brown 2003). Günümüz siyasi kritiklerinden Elizabeth Povinelli’nin (2011) vurguladığı gibi liberalizme “şeyler” (things) düzleminde yaklaşmak yerine “eylemler” (actions) düzleminde yaklaşıp, siyasi davalara muhalefet etmek adına hayata geçirilen liberal eylemlerin farklı sosyal dünyaları nasıl şekillendirdiği ve/ya birleştirdiğine bakmak istiyoruz. Bu nedenle bahsi geçen eylemlerde yer alan bireylerin “esasen” liberal olup olmadığı—ya da böyle a priori bir liberallik halinin mümkün olup olmadığı bu yazının kapsamı dışında kalıyor. Bu yazı sadece belli yazılı ve görsel medyada hayata geçirilen eylemlere odaklandığından yazının siyasi davalara karşı vuku bulan bütün muhalif pratikleri kapsamak gibi bir iddiası da yoktur. Yazıda bu pratiklerden özel olarak bazı yayın organları (Radikal, Bianet, The Guardian, Le Monde gibi) ve ulusal-uluslarası akademik camiada kaleme alınan farklı formlardaki yazılara bakıp sosyal medyada bu konuda dolaşıma giren haberlere kulak veriyor olacağız.
Liberalizmin kamusal alana yaklaşımı ve temel varsayımları sol ve feminist siyaset teorisyenleri tarafından köklü eleştiriler aldı. Bir yandan herhangi bir bireyin liberal kamusal alanda sesini özgür ve eşitçe duyurmasının imkansızlığı ortaya konulup liberal demokrasilerin dil ideolojisi ve onunla beraberinde gelen dilsel praksisin insanların siyasi süreçleri tahayyül, tecrübe, ve anlayış yollarını şekillendirdiği vurgulanırken (Cameron 1997; Collins 1998; Gal 1991,1997,2002); öte yandan liberal hümanist retoriğin merkezindeki bireyin burjuva, beyaz, eril, ve heteroseksüel birey olduğuna işaret edildi (Brown 2003, Butler 1992, Fraser 1987). Liberalizm ile bağlılık ve karşıtlık arasında ikircikli bir ilişki içinde bulunan ve Türkiye üzerine çalışan sol entellektüellerin liberalizm karşıtlıkları kendilerinin dile getirdiği bir mevhum iken liberalizme bağlılıkları söylemlerinde kendini gösteriyor. Bu bağlılık en çok AKP’ye karşı muhalefet yaparken birlikte hareket ettikleri radikal siyasi hareketleri liberal bir siyasi proje olarak temsil ettiklerinde ortaya çıkıyor. Bu çerçevede hukuksuzluğun bıçağının Kürdistan’la sınırlı kalmayıp batının kemiğine de dayandığı bugünlerde, siyasi davalara karşı geliştirilen muhalif reflekslerin ne zaman ve hangi gruplara temsil alanı yarattığına bakarak bir yandan liberal-sol medyada (yazılı, görsel, ve sosyal medya) temsiliyet ekonomisinin hangi sesleri dışarıda bıraktığını, bir yandan da kendiliğinden biraraya geliyormuşçasına izlediğimiz-katıldığımız bu eylemselliğin kendiliğindenliğini tartışacağız.
Türkiye’nin batısında basın emekçileri, öğrenciler ve akademisyenler hükümetin “arka bahçedeki ayrık otları” temizleme ve “cerrah titizliği” ile muhalefeti ameliyat etme çalışmasının bir parçası olarak artık terör örgütü üyeliği suçlaması ile içeri alınıyorlar. Liberal entellektüeller bu operasyonlara maruz kalanları kendileriyle özdeşleştirebildikleri ölçüde medyada tepkilerini daha yüksek perdeden seslendirmeye başladı. Hüküm keskin: “hepimiz” tehlikedeyiz ve sıra bir gün “biz”e de gelebilir. Kimisi ironik-romantik bir dille bu hukuksuzluk karşısında kendilerinin de “yasal” örgütlere üyeliğinden dem vuruyor, dolabımda bir yerlerde poşu var diyor ve kendisini de “terörist” ilan ediyor[1]. Diğerleri Beşiktaş Adliyesi önünde birbirine “Şimdi sıra kimde?” diye sorup “Öğrencime dokunma” açıklamaları yapıyor[2]. Görünüşe göre ortada bir hukuksuzluğun olduğunda herkes hemfikir; ama biz Türk yargısının adaletsizliğinin bütün muhalif kesimlere adilce dağıtıldığından o kadar da emin değiliz. Acaba, sıra birgün gerçekten size de gelir mi?
2006’da Terörle Mücadele Kanununda (TMK) yapılan değişiklikle her eylemin bir terörist eylem olarak yargılanmasının yolu açıldı. Böylelikle Türk devleti zaten hep “terrörist” ilan ettiği Kürt gençlerine Diyarbakır’daki 2006 Mart olaylarının hesabını TMK’ya yepyeni maddeler ekleyerek kesmiş oldu. Önce Meclis, sonra Yargıtay, ve ardından Ağır Ceza Mahkemeleri protesto eylemlerine, basın açıklamalarına, gerilla cenazelerine katıldıkları için “örgüt üyesi olmamakla birlikte” bu gençlerin eylemlerinin “örgüt adına suç işlemek” anlamına geldiğine karar verdi. Ama sayıları birkaç yılda binleri bulan bu davalar bütün muhalif kesimleri tedirgin/tehdit edecek değildi elbette. Bir yandan Dicle Üniversite’li gençlerin tutuklanması Bogaziçi’li arkadaşları kadar ses getirmeyecek, düzenledikleri eylemler ana medyada ODTÜ’lülerinki gibi takdir toplamayacak; öte yandan Kürdistan’ın gündelik hayatında gözaltı ve hapis bu kadar sıradanlaşmışken Kürtler kalkıp “bugün beni de alabilirler” mottosuyla dayanışmayacaktı. Ondandır ki gelecek değil şimdiki zaman kipiyle kuruluyor Kürt muhalefetinde cümleler ve ihtimallere değil mevcut duruma isyan ediyor Kürtler. Bireylerin değil bir halkın esir alınmasını dile getiren işte o dil siyasi davalara tepki gösteren liberal entellektüellerce politik zemininden koparılmak suretiyle medyada temsiliyet buluyor.
Kürtler hakkında açılan siyasi davalar içinde hem kapsamı hem de hedeflediği kitle itibariyle KCK davası, diğer adsız davaların aksine, liberal entellektüelleri bir süredir meşgul etmekte. Nisan 2009’daki ilk KCK operasyonuna karşı çıkan entellektüeller, belediye başkanları ve insan hakları savunucularının tutuklanmasından ve özellikle Aralık 2010’da kelepçelerle Diyarbakır Adliyesi önünde görüntülenmesinden duydukları utancı dile getirdiler.[3] Burjuva demokrasisinin temsiliyet mitine inananlar seçilmişlerin tutuklanmasını halkın iradesine müdahale olarak görüp reddederken, seçilmeden DTP/BDP’de çalışanlara yapılan müdaheleyi Kürt hareketini “demokratikleştireceği” söylemiyle meşrulaştırmaya çalıştılar. İnsan hakları aktivistlerine gösterdikleri ilgi nedense her gün adliyeye kelepçe ile getirilen sayısız sıradan Kürde nasip olmadı. Geçen üç yılda KCK operasyonu 150 kişiyi yargılayan bir davadan binlerce kişiyi millerine alan tam teşekküllü bir çarka dönüştü. KCK operasyonlarının genişlerken sıradanlaşması sonucu Şırnak’ta bütün il ve ilçe belediye başkanlarının tutuklanması haberi Kürt medyası dışında kendine temsiliyet alanı bulamadı. Böylelikle bir süre dikkatle izlenen KCK davası da yıllara yayılan operasyonlarla çeperlere terk edildi. Marjinde yaşanan hukuksuzluklar entellektüellerin bugün kendiliğinden gösterdikleri tepkileri göstermelerine sebep olamadı, en konvansiyonel liberal muhalefet araçları dahi bu davalar için seferber edilmedi. Ta ki davulun sesi İstanbul’da duyulana kadar.
Liberal entellektüeller şimdi kendilerinden saydıkları kişilerin hedef alınmasının verdiği rahatsızlıkla herkesi acil göreve çağırıyorlar.[4] The Guardian[5] ve Le Monde[6] gibi gazetelerde siyasi davaları konu alan yazılarda hükümetin otoriterleştiği—yaklaşık üç yıl gecikmeyle de olsa—uluslarası kamuoyuna duyuruluyor. Ancak bu kamuoyuna yapılan çeşitli çağrılarda Türkiye’deki otoriter rejimin hedefindeki binlerce tutuklu arasından sadece “biri”leri yaptığı yayınlardan katılacak olduğu konferansa kadar bütün detaylar verilmek suretiyle temsil ediliyor. Bu niteliklerle anılamayan ve sayısın kaç bin olduğu tartışmalı Kürtler ise temsiliyet ekonomisinden payını kafa sayısı olarak alıyor. Akademisyenlerin meslektaşlarına sahip çıkması kadar doğal ne olabilir diye soranlarınız varsa ufak bir hatırlatma yapalım. Ne yazık ki akademisyenlerin KCK kapsamında ilk tutuklanması İstanbul’da Kasım 2011’de değil Diyarbakır’da Nisan 2009’da gerçekleşti. Üstelik o zaman da savcılık “şüpheli”nin BDP’nin yerel yönetimler akademisinde ders vermiş olmasını terörist bir aktivite olarak sunmuştu.[7] O tutuklama akademisyenler arası dayanışma örneklerine sahne olamadı. Bizim temsillerdeki özne-sayı ilişkisine dair eleştirimizi özne olarak temsil bulan bireyleri suçlamak gibi tersten okuyanlar oldu ve sansürlendi[8]; fakat sayıdan öte temsili olmayan tutuklulara yapılan epistemik şiddet, zaten onlar bazı tahayyüllerde hiçbir zaman özne olmadıkları için, hiç tereddüt edilmeden yayınlanmaya ve yayılmaya devam etti.
Birilerini sembolleştirerek kampanya yürütmenin kampanyaya daha geniş katılım sağlayacağının farkındayız. Ancak siz bu liberal pratiğin pragmatik, politik ve etik olarak ne ifade ettiğinin farkında mısınız? Pragmatik bir egzersiz olarak gelin bu kampanyaların meyvesini aldığınızı varsayın. Hopa davasındaki muhalif duyarlılığınız neticesinde Türk yargısının 6 aydır cezaevinde tuttuğu 60 kişiyi serbest bıraktığı gibi, KCK’de de ismiyle cismiyle her eylemde destek verdiğiniz insanların cezaevinden çıktığını varsayın. Olmaz ya oldu diyelim. Akademisyen aktivistlerin Amerika ve Avrupa’dan Türk devletine yaptığı baskı[9] sonucu iktidar geri adım atsa, uluslararası insan hakları savunucuları ödül dağıtmanın ötesine gitse ve bu sefer güçlü bir lobi oluştursa, ve Kürt seçilmişler bile zaten alacakları cezanın üçte ikisini yatmış olduklarından şartlı salıverilse… Geriye kampanyarda arada bir sözü geçen bir detay kalıyor: kafa sayısından gayrı temsiliyet bulamayan 3 bin 500 Kürt[10]!
Politik anlamda ise bir başka soru var cevap bekleyen: Öğrencileriniz, akademisyen arkadaşlarınız, birinci dereceden tanıdıklarınız ve kendiniz dışındakileri politik projenizin neresinde tutuyorsunuz? Gitgide artan mobilizasyonun beraberinde getirdiği motivasyonla bu sorgulamanın ne yeri ne de zamanı diye serzenişte bulunabilirsiniz. AKP hepimize savaş açmışken böyle “bölücü” ve “çatışmacı” tepkilere gerek yok diyenler de olabilir. Tam da bu noktada 1960’ların İşçi Partisi deneyimini hatırlamak lazım. Kürdistan sorununun devrimden sonra kendiliğinden çözüleceği hakim anlayışı sonucunda Kürtler Türk solundan ayrılıp Kürdistan’da kendi örgütlerini kurmuştu. Şimdi AKP’ye karşı muhalefeti daha da güçlendirmek lazım derken kullanılan liberal politik dil de repertuar da bu kendiliğinden gelişen mobilizasyonu içten içe tehdit ediyor. İktidarın otoriterliği karşısında en azından söylemlerinde liberalleşen sol entellektüeller hukukun sınırlarını çizdiği “yasallık” tanımı ile ilgili bir sorun yaşamıyor gibi görünüyorlar ve öğrencilerinin yasal örgütlere üye olduğunun altını çiziyorlar. TMK’nın topyekün varlığına birşey demekten ziyade ya içindeki birkaç maddeyi sorunlu buluyorlar ya da yasalar uygulanırken neyin mahkemede kanıt olarak sunulduğu ile ilgili bir itirazları oluyor. Ancak Türk hukuk sistemi ile ilgili yapısal bir sorundan ziyade yürürlükte olan maddeleri değiştirerek yapılacak iyileştirmeden yana olanların yolundan gidecek olursak bile sorun çıkıyor. Şemsiyenin bir silah olarak yorumlanmasına son derece haklı olarak karşı çıkarken, molotof kokteylinin ağır silah olarak kabul edilmesini planlayan yasa teklifi ile ilgili neden ehli kalem bir kıpırtı göstermiyor?
Kimi siyasi davaları ve tutukluları temsil ederken diğerlerine dair birşey söylememek sadece pragmatik ya da politik bir sorun değil aynı zamanda etik de bir sorun. Bu kontekste Levinas’ın etik tanımı çok uygun olduğundan hatırlamakta fayda var. Levinas etik için “Bana ve benim düşüncelerime indirgenemez olan, benim tasarrufumda olamayacak kadar bana yabancı olan “öteki”nin, bana kendi spontanlığımı sorgulatmasıdır”[11] diyor. Kendiliğinden gelişen mobilizasyonun kendinden olanlar söz konusu olduğunda ortaya çıkmasında şaşıracak birşey yok. Ama dilinizin ve eylemlerinizin içine alamadığınız kadar yabancı olan “öteki,” bizlere siyasi davalar etrafında şekillenen eylemlerinizin spontanlığını sorgulatıyor. Politik mücadelelerini apolitikleştirip yazılarınızda dört haneli sayılara dönüştürdüğünüz “öteki”ni bir yandan kendi dilinizle asimile edip bir yandan da onlarla aynıymış gibi yapıyorsunuz. Oysa “öteki” hem kendinizden yabancılığı hem de eylemlerinizdeki yokluğu ile başka bir insanlık haline işaret ediyor: Temsil ekonominizde kimilerini kurtarılacak hayatlar, kimilerini feda edilecek hayatlar, kimilerini ise yok sayılacak hayatlar olarak sunduğunuzu söylüyor.
Yargının hukuksuzluğuna karşı çıkarken tutunduğunuz figür Kafka’nın isimsiz K.’sına ne kadar uzaksa, yazılarınızda romantize ettiğiniz gibi hepinizin TMK tarafından birer K.’ya dönüştürülme ihtimaliniz de bir o kadar az. Siz kendinizi açık açık ihbar etmenize rağmen ertesi sabah beşte polisler kapınıza dayanmıyorsa, “bölgeden” hediyelik eşya niyetine aldığınız poşularınız savcıları harekete geçirmiyorsa, yasal örgütlere üyeliğiniz ve katıldığınız eylemler hakkınızda suç deliline dönüşmediyse belki de Türk yargısının TMK silahını kime ve niye yönelttiğini yanlış okuyorsunuz. Batman savcısının 45 yaşında, 10 çocuk babası, ve işsiz K. ile ilgili iddianamesinde dile getidiği “grupla bütünleşme” iddiasını tersten okursak: grupla bütünleşmemiş görünüyor, “ideolojik halay”larda pek ayrıksı duruyorsunuz. Bazı eylemlere katılanlar hakkında toplu tahliye kararı çıkabilirken son KCK davasında bir tane bile tahliye çıkmıyorsa; savcılar ve hakimler Ankara Ağır Ceza Mahkemesine sunulan savunmalar karşısında utanıp sıkılarak etrafa muzip gülücükler dağıtırken, Diyarbakir 6. Ağır Ceza’da kendi seslerinin yankısını duyup da utanmıyorlarsa, ve Kürt basınına yapılan son operasyonlarla dışarıda “bizi de içeri alacaklar” diyecek bir Kürt yazar bırakılmamaya çalışılıyorsa; o zaman “hepimiz” tehdit altındayız diyenlere sorarız: Türk yargısının sınıf, ırk, cins, etnisite ayrımı yapmadan hukuksuzluğu adil bir şekilde dağıttığını nereden çıkardınız?
Bu davalarda sıra size gelmeyecek, rahat edebilirsiniz şimdi. Çünkü siz de biliyorsunuz ki içerideki “kimse”lerin aksine siz hep “bir kimse”siniz. Belki tam da bu yüzden birkaç yıldır içeri alınan binlerce kişiye şaşırmıyorsunuz da operasyonlar kendi nezih mühitlerinize ulaşınca hayretlere bürünüp hepimiz tehdit altındayız diyorsunuz.
Referanslar
Brown, Wendy. 2003. Neo-liberalism and the End of Liberal Democracy. Theory & Event 7:1
Butler, Judith .1992. Contingent Foundations: Feminism and the Question of “Postmodernism.” In Feminists Theorize the Political. Judith Butler and Joan Scott, eds. Pp. 3-22. New York: Routledge.
Cameron, Deborah. 1997. Theoretical Debates in Feminist Linguistics: Questions of Sex and Gender. In Gender and Discourse. Ruth Wodak, ed. Pp. 21-35. London: Sage.
Collins, James. 1998. Our Ideologies and Theirs. In Language Ideologies: Prac- tice and Theory. Bambi Schieffelin, Kathryn Woolard, and Paul Kroskrity, eds. Pp. 256-270. Oxford: Oxford University Press.
Fraser, Nancy. 1987. What’s Critical about Critical Theory: The Case of Haber- mas and Gender. In Feminism as Critique: Essays on the Poli- tics of Gender in Late Capitalist Societies. Seyla Benhabib and Drucilla Cornell, eds. Pp. 31-56. Minneapolis: University of Minnesota Press.
Gal, Susan. 1991. Between Speech and Silence: The Problematics of Re- search on Language and Gender. In Gender at the Crossroads of Knowledge: Feminist Anthropology in the Postmodern Era. Micaela di Leonardo, ed. Pp. 175-203. Berkeley: University of California Press.
—1997 . Feminism and Civil Society. In Transitions, Environments, Translations: Feminisms in International Politics. Joan W. Scott, Cora Kaplan, and Debra Keates, eds. Pp. 30-45. London: Routledge.
—2002. A Semiotics of the Public/Private Distinction, differences 13(l):77-95.
Levinas, Emmaunel. 1969. Totality and Infinity: An Essay on Exteriority. Pittsburg, Pennsylvania: Diquesne University Press
Povinelli, Elizabeth A. 2011. Economies of Abandonment: Social Belonging and Endurance in Late Liberalism. Durham: Duke University Press
* Bu yazının erken bir versiyonu 2 Ocak 2012 tarihinde Özgür Gündem’de yayınlandı. Halihazırdaki versiyonun oluşmasında ilk yazının ardından aldığımız değerli eleştirilerin çok önemli katkısı oldu.
[1] Özgür Mumcu, Radikal, 8 Aralık 2011,
[2] Koray Çalışkan, Radikal, 1 Kasım 2011, http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1068122&Yazar=KORAY%20%C7ALI%DEKAN&Date=02.11.2011&CategoryID=98
[3] Oral Çalışlar, Radikal, 3 Ocak 2010 http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=972442&Yazar=ORAL_CALISLAR&Date=03.01.2010&CategoryID=98
[4] Urgent Appeal: Stop Arbitrary Detentions in Turkey! http://www.ipetitions.com/petition/detentionsinturkey/
Bu imza kampanyasının giriş paragrafında Türkiye’deki Kürt vatandaşların hak mücadelelerinin AKP hükümeti tarafından son iki yıldır bastırıldığı anlatılırken, sondan ikinci paragrafta neden iki yıl önce değil de tam da bu zamanda (Kasım 2011) uluslarası desteğin kritik ve acil olduğunu dile getiriliyor: “Yurtdışındaki arkadaşlarımızı, KCK operasyonlarında tutuklananlarla dayanışmak için siyasi eylemlerde bulunan herhangi bir Türkiye vatandaşının Erdoğan hükümeti, yargı ve polis tarafından hedef alınabileceği bu günlerde, [bu] haberleri yaymaya ve uluslarası baskı oluşturmaya—ki bu özellikle bugünlerde kritik ve acildir— çağırıyoruz.”
[5] Ayça Çubukçu, The Guardian, 11 Aralık 2011
http://www.guardian.co.uk/commentisfree/libertycentral/2011/dec/11/turkey-progressive-repression
[6] Hamit Bozarslan, Vincent Duclert, Ferhat Taylan, Le Monde, 12 Kasım 2011
[7] Derste Öcalan’ı Anlatan Sosyolog, 20 Aralık 2010
http://www.haber365.com/Haber/Derste_Ocalani_Anlatan_Sosyolog/
[8] Bu yazının Bianet tarafından yayınlanmasının reddedilme gerekçesinde belli kişileri ağır bir şekilde suçladığımız iddia edildi. Burada bir kez daha belirtmek isteriz: Hiçbir akademisyen, tercüman, insan hakları savunucusu veya Kürt seçilmişleri (bu son grubu suçladığımızı ne yazık ki kimse iddia etmedi, her ne kadar onların da temsiliyette ön plana çıkarıldığını belirtiyor olsak da!) kendilerinin medyada bulduğu temsilden dolayı sorumlu tutmamız kesinlikle söz konusu değil. Aldığımız eleştirilere şunu sormak isteriz: Sizin okumalarınızda şarkiyatçılık eleştirisi yapan kritikler şarkiyatçılıktan dolayı romantize edilen şark öznesini mi suçluyor?
[9] Başlatılan kampanyaların uluslarası akademik çevrelerde nasıl bir rezonansının olduğunu görmek açısından önemli bir çağrı New York Üniversitesi’ndeki Scholars at Riks Ağı tarafından yapıldı: http://scholarsatrisk.nyu.edu/Events-News/Article-Detail.php?art_uid=3197 Bu çağrının Kürt hareketine dair ne söylediğine özellikle dikkat etmek gerekiyor.
[10] Adnan Bostancıoğlu, Birgün, 30 Eylül 2011
http://www.birgun.net/politics_index.php?news_code=1317370652&year=2011&month=09&day=30
[11] Levinas, E. 1969. Totality and Infinity: An Essay on Exteriority. Pittsburg, Pennsylvania: Diquesne University Press. sf 43